Anne Atatürk Kızar mı?

Gülsen Feroğlu

Kitap evinin kapısında ; Arda USKAN “Güle Güle Bebeğim, Hayatın Pimini Çeken Adam”, her zaman ki şıklığı içinde, basın dünyasında bir efsane, Ercan ARIKLI’nın resminin olduğu afiş, roman yeni yayımlanmış. 2003 yılını, Haziran’ı hatırlıyorum.

Sıcak, yorgunluk, üstüne baş ağrısı, hani bir şeye ihtiyacınız olur da evde bulamazsınız, ararken söylenirsiniz, “Vermidon”, sabah buradaydı, cevap hazırdır dikkatli bak.Televizyonun sesi alabildiğine açık, haberler “ aldığımız bir son dakika haberi…. vefat etti” yayını kestiklerine göre önemli biri, kim.? Ercan ARIKLI, anımsayamıyorum, dergi duayeni, nafile , “Nokta” , 12 Eylül sonrası dönem, 78’lilerden, yitik kuşaktan biri olarak, gözümün önüne okuduğum haftalık dergi geliyor

.Ekranda kalabalıkta yürürken çekilmiş görüntüleri; çekiciydi, karizmatikti, sokakta, kahvede, işyerinde bizim gibilerin karşılaşmayacağı, belki onun da bizlerle karşılaşmak istemeyeceği biriydi.Fotoğraf çektirmez, ortalıklarda görünmezmiş, geçmişinde yaşadığı acı olay yüreğimi burkmuştu.

Yaşadığı hayatla, ölümünün tezatlığından olsa gerek ( karşıdan karşıya geçerken halk otobüsü çarpmıştı) onunla ilgili tüm haberleri okumaya başlamıştım. Elinden tutuğu, köşe verdiği, muhabir yaptığı medyada ki kadınları, ilk Ertuğrul ÖZKÖK yazdı, “bugün pek çok kadın onun sayesinde yazmakta”. Onun kadınlarının ki çoğu gazete okuyucularına yabancı değildi, Onu yazmalarını bekledim, yazdılar da. Ercan ARIKLI’nın kadını olmaktan gururluyum diyordu biri, diğeri kendisine verdiği öğütleri aktarıyordu “ bak flörtünü, çocuğu üzme, saçına başına dikkat et, şöyle giyin, böyle yap”.Sıkça sorduğu soruyu ARIKLI’ya sormamalarını garipsemiştim “ daha daha çekici, unutulmaz olmak için peki başka ne yapmalıyı mı düşündün mü.?” Onun kadınlarının arada sırada okuduğum yazıları iz bırakmamış, etkilenmemiş, hayatımıza dair yazmıyorlar demiştim. Duysalar eminim yüzlerinde gülümseme onaylarlardı, evet , ulaşamayacağınız hayatları yazıyoruz.

Kimse, bizlerin çirkin ördek halini bilmiyordu, jakuzilerde üç arkadaş onun müstehzi gülüşlerini konuşmamıştık, gördüğümüzde kalbimiz yerinden fırlayacakmışçasına atmamış, beğensin diye kuaför salonlarına koşmamıştık.Kimse, bizimle onur duyduğunu söylememiş, bırakın eşlerimizi, sevdalandıklarımızı, ebeveynlerimiz bile “yavrucuğum, bebeğim” dememişlerdi.Gerçi onlar gibi kolejlerde, yurt dışında okumuş, Osmanlı paşalarının ya da önemli mevkidekilerin torunları değildik ama üniversite bitirmiş, meslek sahibiydik.Kimse, ruhumuzda esen fırtınaları, gel gitleri aşklarımızı, hayal kırıklıklarımızı anlatacak köşeler sunmamıştı, sunsalardı hayatlarımızın onlarınki kadar okunmaya değer olduğunu göreceklerdi ya neyse.

İyi eş, iyi çocuk, iyi sevgili, iyi vatandaş, iyi abla, cefakar anne, bakış açılarına göre iyi ye dahil ne varsa, bizlerden o istenmişti. Özgürlükten, demokrasiden, insan, kadın haklarından bahsedenlerimiz tutuklanmış, hapislere atılmış, işkence görmüştü. Onların, akrabalarının köyleri yakılmamış, kardeşleri işsiz kalmamış, iş aramamışlardı. Pervarsızca, kimselere hesap vermeden, gönüllerince yaşamışlardı.Prag’ı, Paris’i, Dubai’yi Nepal’i, ünlü bir restoranı anlatırken asgari ücretle geçinen milyonlar akıllarına bile gelmemişti.

Konumları bulundukları mekanlarda özgürlüğü doyasıya yaşamalarını sağladığından, hepimizin özgür olduğunu varsaymışlardı.Olacak şey mi bu yüzyılda diyerek kırk yılda bir haberlerde izledikleri hemcinslerinin yediği dayakları, zenginliklerinin kaynağı meçhullerin masasında içtikleri ” Chateau Petrus”, “Chateau Margaux”‘ları sofranın görkemini, söyledikleri şarkılarla birlikte aynı karede yazmışlardı.Oysa, asıl onlar bilmeliydi yemek yerken, müzik dinlemenin hem aşçıya, hem de müzisyene hakaret olduğunu.

Kimseyi, kurumları karşılarına almıyor, taraf olmuyorlardı.Ülkede, İngilizce, Fransızca dışında başka bir dilde konuşma, yazma özlemi duyanların olduğundan, kadın milletvekilin düşüncesinden dolayı hapis yattığından, terörle mücadelenin 8.maddesinin varlığından, Koopenhag kriterlerinin kendilerine uygulandığı yaşamları sürdürdüklerinden, sanki, bi haberlerdi. “Hani benim gençliğim nerede, bilyelerim topaçım, kurtlar sofrasına düştüm anne” türküsünü öldürülen arkadaşlarının arkasından ağlayarak dinlememiş, vatan hainlerinin şiirlerini ezberlememişlerdi. Onların sevdikleri asla ve asla sürülmez, tutuklanmaz öldürülmez, itilip kakılmazdı.

Hayatı kolaylaştırmanın yolunun, arkalarında daima statüsü yüksek birilerinin bulunmasından geçtiğini çoktan kavramışlardı. Kimlik edinmeleri, tutunmaları onların sayesinde gerçekleşmişti. Eğlenceliydiler, hep bakımlı, hoş ve güzellerdi. Aman boş ver, kim ne derse dersine sığınmayı iyi biliyorlardı, alaycılık belirgin özellikleriydi, insanları sözcüklerle vuruyorlardı.Üstelik, evlerindeki tencereyi , tavayı, dadıyı, Vercase marka yastığı,İtalyan yatağı,Donna Karan çantalarını kupalardaki kahveyi yazmayı da herkes beceremezdi.Nihayetinde, kaç kişinin evinde sözü edilen eşyalardan vardı ?

Kendilerininmiş gibi okudukları kitaplardan seçtikleri cümleleri kullanmaktan çekinmiyorlardı çünkü, insanları korkutabilirlerdi, nasılsa karşısındakilerin köşeleri yoktu. Kimliğini soy adlarında, birilerinin gölgesinde bulduklarından, sanal dünyalarında mutluydular, cennet vatanda, anlayışlarına uygun hayatın tadını çıkarıyorlardı. Onlara, araştıran, okuyan, haksızlıklara isyan eden, sistemle çatışan, siyasetle uğraşan, hapislerde yatan, sürülen, dövülen hemcinslerinin kaderleri, yaşadıkları örnek olmuş, zoru denemenin sakilliğine için için gülmüşlerdi .

ARIKLI, ölümünün ardından kendisini pembe dizi kahramanı diyaloglarını andıran cümlelerle anan kadınlarının çapsızlığını yaşarken de biliyor muydu ? Az gelişmişlikten, okuma oranın düşüklüğünden yakınan ARIKLI , az gelişmiş okuyuculara azıcık geliştirdiği yazarları hediye etmekle neyin intikamını almıştı ? Acaba diyorum “ben seninle yirmi üç yaşındayken de gurur duyuyorum” dediğinde, dudaklarında müstehzi gülümseme vardı da Onun kadınları Onu anlamamışlar mıydı ?

Onlarca kadın, dünyayı, ülkeyi değiştirmek için mücadele ederken kaçırdığı gerçeği, yıllar sonra öğrenecekti.Bazılarımıza şans bir kişi sayesinde gülebilir, demokrasiden, statükonun cenderesinden, töre cinayetlerinden, ayrımcılıktan bahsetmeden, Nietzsche’nin deyimiyle “ kolay yaşamak istiyor musunuz ? sürüde kal ve sürü sevgisi uğruna kendini unut”la da yaşanırmış.

Bunun içinse karşımızdakinin kadınım düşüncesi bile yeterliymiş. Erkek egemen bu toplumda, emek harcamadan yükselmenin, mevki ve makam sahibi olmanın, birilerinin dudakları arasından çıkacak sözcüğe bağlı hayatları yaşamamızın, kimleri niye gururlandırdığının açıklamasını da ancak psikologlar yapabilirdi.

Ercan ARIKLI’nın ya da şu anda var olan bilmediğimiz yarın bileceğimiz medyada, özelde, kamuda, örgütlerde,siyasette karar verici nokta da bulunanların desteklediği, el verdiği kadınlardan olmadığımızdan, her defasında, her yenilgide kırılganlıklarımızı bir kenara itmek zorunda kalarak, mücadeleye devam derken, bazen, çok kısa bir anda olsa, ruhumuzda hissettiğimiz o dayanılmaz ağırlık işte o ağırlığının acısını, başkasına dayanmadan, gücünü bilgiden, düşüncesinden alan, susmayan, elbette ve kesinlikle bir gün kazanacak kadınların çoğalacağı yarınlara umut azaltabiliyor.

ARIKLI’nın ardından erkeklerin (bir veya iki yazı hariç) yazmamalarına anlam verememiştim.İşte, ölümünden 2 yıl sonra bir erkeğin yazdığı kitap önümdeydi. Satın alıp almama konusunda kararsızlık yaşarken, “anne, haydi, dondurma alasak”sesi, kadın sinirlendiğini göstermemeye çalışarak “alasak ta ne demek, alsak diyeceksin, doğrusunu konuş”.

Kitabı yerine bırakıyorum altı yedi yaşlarındaki çocuğun saçlarını okşuyorum, kapıdan çıkmak üzereyken herkesin dönüp kendisine bakmasını sağlayan soruyu soruyor “niye, Atatürk kızar mı”, “Evet”, “Niye “ üsteliyor çocuk, belli ki Atatürk’ün kızmasına neyin sebep olduğunu beyninde anlamlandırmak istiyor,anne yüksek sesle kelimeleri vurgulayarak cevaplıyor “çünkü, Türkçe’yi doğru ve düzgün konuşmamızı isterdi”. Çocuk “ İngilizce ona da mı” diye atılıyor, kasiyerin “ zamanın soruları da zamana göre olur, değişir” sözleri.

Keşke alsaydım kitabı, daha fazlasını öğrenmem yaşamıma ne katar ki diye düşünüp, kendimi iknaya çalışıyorum.ARIKLI’yı ve diğer erkekleri doğuran , ilk eğitimini veren de hemcinslerimiz değil miydi ? Afişteki resmine bakıyorum,aklımda çocuğun sorusu “Atatürk kızar mı ?”

GÜLSEN FEROĞLU
13.08.2005

You may also like

Yorum Bırak