Hacı Sen Diyorsan ki

Gülsen Feroğlu

Son bir kez arkasına baktı, o da arkasını dönüp bakacak mı diye, bakmadı; şarkıları yalanlarcasına. Bitti dedi kadın işte şimdi bitti. Şehir bitti. Sustu şehir. Balkabağına dönüştü her şey; Türkiye, şehir, muhterem hocaefendi, sevda, hem de saat 12’yi vurmadan.

Büyüleyiciliğini yitirmiş şehrin, aynı yollarında sanki kaybolmuşsunuzdur da adım atamıyorsunuzdur ileriye. İleri mi? İleri ? Ne demek ileri? İleri, bilgisayar başında yönetilen dünyada Başbakanın cunta derlemeli “Emniyetteki, yargıdaki bu yapıyı çökerteceğiz…. öyle gece baskınları, ev baskınları olmayacağı” müjdesi midir?

Birilerinin hep birinin adamı olduğu Türkiye’ye infial getirmeyen Başbakanın bu müjdesi Nazım’ın“…. /saat sekiz/…./ demek akşama kadar emniyettesiniz /…./ polis ev basmaz güpegündüz” mısralarını anımsattı mı, bilinmez.

Bilinen, cemselerden inerken jandarma, polis; yıldızların umarsızlıklarıyla alabildiğine aydınlattıkları gecelerde, dipçiklenen, tekmelerle kırılan kapılara tanık yüzbinlerin varlığıdır.

Uykulu uykulu ebeveynlerin arkasına saklanan çocukların; döşekleri yırtan, kitapları, giysileri hışımla fırlatan koca adamların silahlı siluetini yıllarca yanlarında taşıdıklarıdır.

Yüce gönüllü efendimizin “gece baskınları yapılmamasını” bahşettiği bu diyarda; eğer devletin kara kaplı defterine yazılı Alevi, Kürt, Ermeni, Rum, …, …, Yahudilerdenseniz, eğer güvenlik soruşturmasında solcu, devrimci, …, …, mütedeyyin diye üstü çizilip devlette işe alınmayanlardan, devleteyken de sürülenlerden, atılanlardansanız vicdanınız; sırf cemaatten diye insanların tehdittine karşı çıkacaktır.

Üstelik ”anayasal düzeni yıkmak, devleti ele geçirmek” iddiasıyla onlarca kesimi hedefleyerek darbeler, katliamlar yapan, vatandaşını öldüren, asan, işkenceden geçiren, tutuklayan askeri, polisi, yargısıyla asırdır suç işlemiş Türk devletinin, aynı argümanları bıkmadan tekrarlaması artık kabak tadındadır.

Allah aşkına bu ne menem bir devlettir ki asırdır, hep birileri ele geçirmeye, yıkmaya çalışıyor, paralelini kuruyor; sadece hizmet hareketi değil komünistlerden Kürtlere, Aczmendilerden Kadirilere, Süleymancılara kadar irili ufaklı her kesim aynı şeyle suçlanıyor.

Hayır! paralel bir devlet yapılanmasında bunca paralel insan yer alıyorsa da saniyecik olsun düşünmek gerekmez mi; okumuş yazmış, yazmamış savcı, hakim, uzman, bakan, .., …, olmuş, olmuş, olmamış milyonların neyi eksiktir de paralel bir halkaya dahillikten çekinmiyorlar.

Aklımızla da alay eden; bazen isyancılarla birlik padişah deviren, bazen Yeniçeri ocağında etkin Bektaşiliğin yerine II.Mahmut’un Nakşibendileri ikamesiyle tasfiyeye uğrayan tarikatlar, cemaatler; Bayramiler, …, Mevleviler, …, Cerrahiler, devlet-i ali osmaniyeden beri hiç yokmuşta yeni bir şeymişçesine bu hayret nidaları, neyin nesidir?

“Kaçınılmaz” hatalar, yanlışlar hep en başta yapılır değil mi ciğerparem. Kayıtsız şartsız emre itaat isteyen vesayet rejimiyle halkına kulluğu, vasiliği reva gören yönetim anlayışı “emrü ferman yüce Padişahımındır”daki öznenin yerine “emrü ferman Ata’mın, Paşamın, Şefimindir”i koyduğunda; vesayet ha padişahın, ha Paşamın, ha şeyhülislamın, ha bürokrasinin, ha cemaatin olmuş ne fark ederdi. Etmedi de netekim.

“Emrü ferman”lı vesayeti Cumhuriyette sürdürülebilir kılanlar da; sosyal, siyasi, ekonomik yaşamdaki hegemonyalarına karşı çıkar diye özgür bireyliğin önünü kesen, farklı fikirleri hapseden 1925’te Takrir-i Sükun Kanununu çıkaran, İstiklal Mahkemelerini kuran Cumhuriyetin kurucu kadrolarıydı.

Türk, Sünni müesses nizamını Kemalist ideoloji üzerine inşa eden Osmanlı paşası bu otoriter kurucu kadrolar; farklıyı nizamının erkinden, ekonomisinden, her şeyinden dışlayan ulus devlet modeliyle, vatandaşla devlet ilişkisini problemli hale getirerek, kızdıkları tarikatların, cemaatlerin defacto biçimde de olsa erke müdahilliğine zemin hazırlayacaklardı.

Eşit yurttaşlıktan, demokrasiden uzaklaştığından hukukta dahil her alanda MAFYATİK bir kuruma dönüşen ulus devlet artık; ihaleler, araziler dağıtan, hayali sunta ihracatlarına, hırsızlığa, rüşvete, iltimasa göz yuman, Şapka Kanunu sonrası İtalya’dan gemilerle şapka ithal ettirdiği siyasileri milyoner yapan tekelci bir şirket vasfındadır.

Ne yani, ulus devletin kendilerine dayattığı Türk, Sünni, batılı giyinme kriterli yaşam tarzına, kökene, mezhebe, dine, ideolojiye itiraz edecek demokratik kanalları bulamayanlar, bir çıkış yolu aramayacaklar mıydı? Aradılar, buldular da netekim.

Kriterlerine sahip çıkan illa da din odaklı olacak değil; etnik kökene, mezhebe, bir fikre, aşirette, vakfa, derneğe, bir şehre, okula aitliğin, aidiyetin öne çıkarıldığı cemaatlere, tarikatlara sığındılar, işte.

Sonrası vesayet, totaliterlik, militarizm içiçe geçtiğinden keskin biz / onlar ayrışması “ biz”in her yaptığı doğru, onların her yaptığı “yanlıştır”la ikna edilip varlığı prangalaştırılan birey; bir ömür, devletin ya da cemaatinin düşüncesine, edasına göre ordan oraya sürüklenir de, bu da kader olur.

Sonrası ulusalcı devletin ya da devleti örnekleyip mafyalaşmış cemaatlerden birinin destekçisi değilseniz, olacağınıza dair emareler de vermiyorsanız; işinizi ne kadar iyi yaparsanız yapın, ne kadar yetenekli, bilgili olursanız olun yükselemediğiniz, işe alınmadığınız, sınav kazanamadığınız bir Cumhuriyet.

30 Haziran 1925’te “Efendiler ve ey Millet! iyi biliniz ki, Türkiye Cumhuriyeti, şeyhler, dervişler, müritler, meczuplar ülkesi olamaz. …”la coşturulan, 2014’te AKP’nin hükümet, yolsuzluk ortağı cemaatin müritlerine yolsuzlukları ortaya çıkarsın diye bel bağlayan bir toplum.

Şimdi 11 yıldır yolsuzluğun, rüşvetin, torpilin üzerine gitmeyerek görevini kötüye kullandığı anlaşılan, kıblesini vesayetçisine göre seçen bir yargı, bir kolluk kuvveti, bir medya; utanç duyulacak bir durum mudur?

Bu durumda Stefan Zweig’in “ihaneti dahilik yapabilmiş mizaç ”la tanımladığı Joseph Fouche’nin (1759-1820); Fransa’da krallar, Napoleonlar, Ropespierre’ler iktidarı kaybederken hep iktidarda kalması gibi her daim var olmuş, olacak cemaatleri paralelleştirerek iflasını kesinleştirmiş olan da modernleşme şiarlı Kemalist ideoloji midir? Ve tabii ki utanacak olan biz değilizdir!!!!

Bireyi özgürleştirecek modernleşme, AB ideali kilitlendiğinden; ne yapılırsa yapılsın mutlaka otoriter insanların, yeni vesayetlerin boy verdiği yalnız ve güzel ülkede, herkeste kendi vesayetinin derdindedir.

Öyle ki parçalanmış çocukların, gençlerin battaniyelere sarılı cesetlerini görmüş, annelerinin dilsiz ağıtlarını duymuş askeri savcılık “biz öldürür, biz aklarız ” vesayetçi mantığıyla Roboski’nin faillerini takipsizlik kararıyla aklayıverir.

Peki, herkes cemaat-AKP kavgasına odaklıyken bu kararın “zamanlaması”…? Manidardır, manidar…

Kampüse “ Şerefli Türk ordusunun öldürdüğü 35 eşeği anıyoruz. Uludere haktır.” afişini asabilen G.Ü. FEF ülkücülerinin, vesayetçisinin vicdan algısı kadarlık vicdana sahiplerin; devasa bir yalan, devasa bir adaletsizlikle ördükleri zindanlarda böyle böyle çürütülüyor içimiz. Böyle böyle bitiriliyor insanlığımız.

Bitti işte. Kendisi olmaya çalışmayan müritler arasında her şeye baştan diyebilmek için, henüz erken…

Ne anlatıyor bu? Evet, sana soruyorum, sen! Tam kapının önünde yakaladım seni, ne diyordun sen? Ha, sen ! Cumhurbaşkanının hocaefendiye bir gazeteciyle mesaj gönderebildiği Türkiye Cumhuriyetinde diyorsan ki; hacı takma kafaya, ne emrediliyorsa harfiyen yap gitsin…. zorunuza mı gitti?

Öyle olması da gerekmiyor mu zaten?
Sahi nerede kalmıştık… ha, Orhan Pamuk da akıllı olsun. Niçin mi? Çünkü…

Gülsen FEROĞLU
19.01.2014

You may also like

Yorum Bırak