Kütçe Ağlamıştı Aşk

Gülsen Feroğlu

Ayağında çorap üstü patikleri, boynunda yazması, cebinden sarkan sümüklü selpaklarıyla pencere önü mermere koyduğu ellerinin üstüne, kafasını yan yatırıp yağan karı seyrederken, şuh bir “Sevgililer gününe özel pırlanta ……” sesi parçalıyor zamanı.

Sırtında parkası, boynunda kırmızı atkısı “Dışarısı çok soğuk”la yanından geçerken eli değiyor saçlarına. O kısacık anda yerinden fırlayan kalbini, eliyle durdurup yerine koyuyor. Ah kimse, hiç kimse “Ne Yapmalı”yı okurken sayfalar arasında beliren siluetine daldığı onu, ondan daha çok sevmeyecektir.Ama o, bunu bilmedikten sonra neye yarardı. Kar ne güzel yağıyor diyor.

Kar, ince ince yağıyor vadiye. Kışın geçirileceği kamuflaj için ağızlarına duvar örülmüş birine ağaç kütüğünden yapılma sıraların konduğu iki mağarayla, yanındaki kovuktan ibaret kampa geleli ay olmamış, savaşla henüz tanışmamış acemi kızların, erkeklerin arasındaki Roza, cihazın sesini duyuyor.

Hayra alamet saymadığı hızlı adımlarla Bager’in yönetim çadırına girişini izliyor. “Acilen alana çıkmalıyız.Kışlak deşifre olmuş” komutuyla idareli kullansalardı da bahara çıkarmayacak erzaktan 2 öğünlük alınıyor. Kara çaydanlık, naylon, kazma, kürek, keleşler sırtlanıyor. Yamacı tırmanan yürüyüş kolundaki Roza, tüm dereleri, uçurumları, kayaları, ağaçları gömen bu karı yaran öncülerin atacağı her adımın bilinmeyene atılan adım olacağını düşünüp korkuyor.

Şimdi diyor içinden Roza, sıcacık bir yerde olmak varken, bu sonsuzlukta yürümemiz; sizdeniz demediğimizden önce kimliğimizi, dilimizi, işkencelerde, mahpuslarda bedenlerimizi sonra da elimizde ne kaldıysa hepsini; evlerimizi, köylerimizi, …, …, hunharca söküp alanlar yüzündendir. Onca yıkıma, ölüme hâlâ niye böyle olunduğuyla değil, nasıl olduğumuzla ilgilenenler; köy meydanında ninesi Sara’nın kafasını kıran dipçiğin Delila’yı, babasının yüzünde patlayan nefret saçan komutan yumruğunun Jiyan’nı dağlara savurduğunu bilmek bile istemezler. Ya Goşkar Baba, bari, sen yardım et bize.

Şu zirvedeki dağı bir aşsalar, bir aşsalar. Arkasına bakan Bager’in bakışlarında kalıyor bakışları. Yüreği yine savaş alanına dönüyor. Bager’in omzuna dokunup “Heval başaracağız “la endişelerini yatıştırmayı ne çok isterdi.Acemilerden Erdal “Baksana, kar tipiye döndü” diyor.

Kar usul, usul yağıyor.Botlarının tabanına sıkışan karları temizlemek için tepinirken, atkısı düşüyor yere. Onun görme umuduyla açıyor tahta kapıyı. Genzini yakıyor sigara dumanı. Masada “Yurtsever halkımıza” bildirileri. Bildiri dağıtır, gazete satarken bile gözlemekten alamadığı, bir anlık konuşma fırsatı yaratmak için yaptığı ama çöpe attığı yüzlerce planının nedeni ona, yine çirkin Leyla’yı dünya güzeli gören Mecnun’un gözleriyle bakıyor.

Yüzünü gördüğünde, sesini duyduğunda niye coştuğunu anlayamadığın, her aşk şarkısının, şiirinin kendin için yazıldığını sandığın, bazen “Belki bir gün geleceksin, lâkin vakit geçmiş olacak” sitemkarlığında gözyaşı döktüğün, böyle bir şey miydi aşk ?

Yanına gidip dese ki….. Duygularını açıkladığında “Yoldaş, devrime adadık her şeyimizi. O güne kadar … ” tepkisiyle yerin dibine sokulma ihtimali susturuyor. Aniden esen çılgın rüzgar dört bir yana savuruyor karı.

Öyle sert esiyor ki rüzgar, her bir kar tanesi adeta kırbaçmışçasına yüzlerinde şakıyor. Alabildiğine beyazlıkta, görüntü vermelerinin an meselesi olduğu yüksek bir yayladan geçmekteydiler. Eğer şansları varsa keşif helikopterine yakalanmazlardı yoksa…

Kaybolmamak için bir hat gibi dizilmiş, birbirlerine tutunarak ilerliyorlardı.Tipiden göz gözü görmeyince Bager öncülüğü on metreye düşürüyor. Soğuktan çatlamış, kıpkırmızı elinde ekmek gizlemediği panikle soruyor Erdal “Yolumuzu kaybettik değil mi ?”

Kendisi, Bager, Jiyan, Delila, Çiya’a gibi yaşadığı yerden, yakınlarından belki sevgilisinden ayrılmanın acısını, idealleri kurtuluşun büyüklüğüyle örtmeye çabaladığını bildiği Erdal’ın karla kaplı sırtını sıvazlıyor Roza. “Öncüler için buraları avuçlarının içi gibidir. Bu dağlar, bizler halkımızın güvencesi, onlara zulmün engeliyiz. Sen bu dediklerimi aklından çıkarma yeter. Serkeftin heval, serkeftin.” Sigarasını da yaktırtmayan rüzgarın getirdiği kar, ağzına dolup nefesini kesiyor, konuşturmuyor Roza’yı.

Karlı rüzgar atkıları, mantoları, şemsiyeleri havalandırıyor. Bir gün derneğe “Öyle Bir Geçer Zaman ki”de ki Ahmet’in, Amina’ya değil de konuk devrimci Berrin’e gönlünü kaptırması gibi görünüşünde kadın yoldaşlarında olmayan ne varsa kendinde toplamış sevdiğiyle geldiğinde bile, o küçük burjuvanın onu mutlu etmeyeceğine inanıp, bu defa da onun olası ıstırabına ağlatacak kadar sorgu, sual kabul etmeyen bir şey miydi aşk ? Öksürükle sarsılırken niyeyse hep Berrin’lere sevdalandılar diyor Amina’ları bile bile, Berrin’lere….. Böyle yağarsa kar yollar kapanır ……

İyice kalınlaştığından bata çıka yürüdükleri kar, adam boyu dense abartı sayılmazdı. Karı ezen ayak seslerine nefes, uzaklardan gelen kurt sesleri karışıyordu.Kan dolaşımını hızlandırmak için ara sıra ayaklarını hızla yere vuruyor, donmamak içinde hiç durmuyorlardı. Kar, onlarca arkadaşının soğuktan kangren olan ayaklarının, parmaklarının ilaçsız, uyuşturucusuz falcatayla kesilişine tanık Roza’nın kirpiklerini ağırlaştırıyor.

Üzerine yün yorgan örtüyor. Sobaya biraz daha odun atıyor “Şimdi ısınırsın”diyor. Sobanın sacı kızıla dönüyor. Çaydanlıkta tıkırdayan suyun sesi. ”Sen uyu, ben çorba yapayım”diyor.İştah açan bol soğan, kavurma, tutmaç, paksan’lı çorbanın kokusu. İnanamıyor Roza, annesi “Hevalno hoo…”yu mu söylüyor ? Kapaklanıyor yere. 200 metre aşağıya kayıyor, silahı, ayakkabısı, çantası her biri bir tarafa dağılıyor Roza’nın. “Seni eleştiriyorum heval” diyor Bager “önüne bakacağına hülyalara dalıyorsun.”

Kızarıyor Roza. Bir pusu, bir keşif, bir saldırı için ayrı mangalara düştüklerinde Bager’i yeniden görünceye kadar kaç kez ölmüştü, kaz kez. Bir keresinde nöbetteyken yanına gelip “Nasılsın bakalım”la sigara uzattığında “haydi, söyle”yle ağzını açmasını “Bu ölüm, kalımın ortasında, sen, neyin derdindesin heval”in mahcubiyeti kapatmıştı. Kar yağdıkça, yağıyor.

Kar diyor burnunu silerken selpakla asıl sevgililer günü yağmalı.Yıllar geçse de içinin sızlaması; ona sevdiğini söylemeyip hayatında neyin değişeceğini ya da değişmeyeceğini öğrenmediğindendir diyor.

Ama, ama, ebeveynlerinin yanında çocuğunu kucağına almanın, sevmenin ayıp, saygısızlık sayıldığı bir ortamda; esaret altındaki “seni seviyorum”u kimselerden duymamış kendinden öncekiler gibi; sevmedikleri biriyle evlendirilip daha çocuk yaşta da anne, baba olanların sevgisiz, aşksız evlerinde yetişenlerin çoğunluğu oluşturduğu bu toplumda, ona, sevdiğini çekinmeden nasıl söyleyebilirdi ki.

“Dünya seninle değerli, güzel çocuğum”la varlığının önemini hissetmeden, iki basit “s” ile başlayan harfleri yan yana getirip te bir cümleyi; “seni seviyorum”u kurmadan büyüyenlerden; ölüm yerine hayatı, savaş yerine barışı, kavga yerine sevgiyi kutsamalarını isterken meğer ne çok şey istemiş, ne çok şey beklemişiz .

Bütün sorunlarımızın, öfkenin, savaşın, şiddetin, cinnetin, öldürmenin, birbirine, ötekine hakaretin 365 gün hayatımızdan eksiksizliğinin nedenini, öyle koca, koca kelimelerde aramaya gerek bile yokmuş. Sevilmediğimizden, …, Ermenileri, …, Kürtleri, …, Çingeneleri, …, Alevileri, …., Türkleri, kimseleri sevemiyoruz işte.

Sevenin sevdiğine, sevilenin sevenine kıyamadığı duyguları tatmadığımızdan, sevemediğimizden de; başkalarını incitmek, öldürecek derecede nefret etmek yüreklerimizi daraltmıyor, vicdanlarımızı yaralamıyor. Aaaa kar durmuş ya diyor.

Yağan kar altında saatlerdir yürüyorlardı. Islanmamış yerleri kalmamış, paçalarını kalın buz tabakası kaplamıştı.Başlarının belası çeteler (bitler) bile hareketsizdi. Ne kadar yürürlerse yürüsünler hep uzakta kalan zirveye bir türlü ulaşamıyorlardı.

Kar her yeri birbirine benzetmiş diyen Bager, Erdal’ın “Beni burada bırakın”la kara yığılışını gören bıyıkları buz sarkıtlı Jiyan’nın “Üzerimize naylon çekip azıcık uyusak ” teklifine “Olmaz” diyor “O uyku, ölüm uykumuz olur.Az kaldı ha gayret. ”

Nihayet önde öncü arkasında Bager zirveye ulaşan Jiyan kefiyesini sallıyor “Gelmeyin, geçit vermiyor. Dikkat, alttaki kar da donmuş. Her an çığ …..” Bager’le, Jiyan, öncü zirveden aşağıya büyük bir gürültü, onlarca kar arasında yuvarlanıyor. “Olamaz, olmaz” la peşi sıra koşuyor Delila …., Roza, …, Çiya, ….,.

Karda kayan bir arabanın patinaj sesini duyuyor. Kar yağdı ya kazasız olmaz.Ateşin mi çıktı senin, yanakların al al. Bence sevmeyi, sevilmeyi bilen biri ne kadar nefret aşılanırsa aşılansın, o nefreti, elinin tersiyle iter, gider diyor. Hem, açığa vurmasak ta, nasıl da içimiz gidiyordur; biri bizi sevsin, biri bize sevdiğini söylesin diye.

Onun içinde varsın sevgililer günü kapitalizmin tüketim için icadı olsun. Varsın o gün bir hediye seçmeyi o anın en önemli meselesi haline getirecek kadar aptallaşalım. ”… Bir de aşk vardır seni anlatır… Nice sevgililer günlerine” vari mesajlara burun kıvırsak ta, aslında, bir günlüğüne de olsa sevgiyi konuşmaya, duyumsamaya nasıl da muhtacızdır diyor.Kar diyor. Diyor.Diyor..

Karı “şerefsiz”le tekmeliyor Erdal. Delila “çaresizliğin daha kaç hâli kaldı yaşatacağın”la gökyüzüne haykırırken, karlar arasında siyah kefiyenin ucu görünüyor. Sağ eli keleşinin kabzasına kenetlenmiş, ağzında, gözlerinde her yerinde kar. Gözlerindeki karı temizledi. Uzun, kara kirpiklerine baktı. Artık kendisi de yaşayan biri değilmişçesine “Üzgünüm, çok üzgünüm Bager” dedi Roza. Dedikçe eskidi. Eskidikçe masaldan sıyrılıp kocaman bir hayat oldu. Kar yaşanmışlığa dair izleri yavaş, yavaş sildiğinde, orada, bir başına, Kürtçe ağlamıştı aşk.

Kar, şehri susturur.Siz Kanarsınız.

Gülsen FEROĞLU
11.02.2011

You may also like

Yorum Bırak