Sen Benim ne çok Kalbimi Kırdın Cumhuriyet

Gülsen Feroğlu

“Yalnız ve güzel” ülkelerinin eksenini ırkçılığa, linçe, şiddete kaydıranlara nispet yaparcasına, eksenini magma sıcaklarına kaydıran yazda “Hava, öldürüyor. Hem sıcak, hem nem.Yapış, yapış oldum”a, “Nerede o eski yazlar” kılavuzluk edecektir.

Öyle ya yaz dendiğinde, yalın ayak dolaşılmalı ıslak çimenlerde. Sabahtan bastıran sıcağa dayanamayıp, henüz ısınmamış beyaz köpüklü turkuaz denize kendini bırakanların ürperten, neşeli çığlıkları kulaçlanıp, tepedeki güneşin su damlacıklarında kırılan ışıklı benekleri kamaştırmalı gözleri.

Kaşlarınızda, kirpiklerinizde tuz deniz koktuğunuzda, her şeyi unutturacak, sahibini de merak eyletecek, uzaktaki beyaz yelkenlinin süzülüşünün peşi sıra dalgalarda süzülürken, derin bir nefes de alıp “Yaşamak ne güzelmiş lan”diye bağırmalısınız maviliğe.

İyotla karışık anason, kavun kokularını taşıyan akşam üstlerinin tatlı mı tatlı esen rüzgarı altında, kaldırımlara atılmış masalar, renk renk minderler, şemsiyeler; “Almanlar bunu su niyetine içiyorlar”la aklanmış kızarmış patatesin, tuzlu fıstığın ekürisi buzlanmış kahverengi şişeden bardaklara birayı köpürterek dolduran, ayaklarını gün batımına sarkıtmış insanlar; “çekirdek”, “buzlu badem”, “dondurma” nidaları arasında, Celine Dion’un sakin sesi usulca akarken, öyle telaşsız, öyle kendinizle sırdaş geçipte, gitmelisiniz oradan.

Bir taş evin kapı önüne oturmuş seksen yaşında atmışında gösteren dedenin yaşına ulaşmanıza hastalığınızın olanak vermeyeceğini düşünüp, gözünüzün önünde kızartılan lokma tatlısına, tarçın döküp atacaksınızdır birini ağzınıza.

Gazetelerin ikinci sayfalarına, hafta sonu eklerine, ekranlara bakıp herkes “beachlere” akın etmiş te geride bir siz kalmışsınız hissine kapıldığınızdan olsa gerek, çileden çıkaran sıcakta, toplu taşım aracında, midenizi bulandıran terli parfüm kokularına dayanmak “ Öğretmen olsaydık, hiç değilse üç ay tatil yapardık”, “Şu pencereyi açsanıza”lı konuşmalar, denizi yok, yok, çocuk olmayı özlettirir o dakika.

Erken kalkılıp çizgi filmin izlenmediği, bütün gün bilgisayarda Stardoll, Metin 2’nin oynanmadığı, bahçede iki pötibör püsküü arasına koyulan lokumun iştahla yendiği o özlediğiniz çocukluk başkalarınkiler gibi öyle dertsiz, tasasız da değildi .

Bunaltan sıcağın yanında, bir masal kitabından alınmayan o ezik, dertli çocukluğa sizi sık sık geri götüren nedenlerden biri de “Dörtyol’da yağma olayları meydana gelmeden önce Doğu kökenli (inatla Kürt diyemeyen bir medya ) vatandaşlara ait işyerleri tespit edilerek gruplara zimmetlenmiş”in açıklandığı bir rapor, ….., Altınova’da, ….., Bayramiçi’nde, …., İnegöl’de, ……, Dörtyol’da Kürtlerin evlerinin taşlanması, işyerlerinin tarumar edilmesidir.

Yıllar önce …, Malatya, …, Çorum, ….., Kahramanmaraş olayları sırasında, kapılarına (x) işareti konulup konulmadığa bakan “… bebekleri bile öldürmüşler“i gizlice konuşan, Nazi Almanyasında Yahudi evlerinin, iş yerlerinin sarı, siyah renkli altı köşeli yıldızla damgalandığından habersiz ebeveynlerin, akrabaların davranışlarıyla daha da çok korkan “niye, bir şey yapmadık ki öldürüleceğiz”leri cevapsız bırakılan Alevi çocuklar gibi, Kürt çocukların da linç gününde, henüz vatan bildikleri ailelerini katlettirtecek, evlerini kaybettirtecek farklılıklarından ürkeceklerini bilecek kalbinizdir, sizi çocukluğunuza götüren.

Dünyanın öbür ucuna da gitseler, 100 yaşında da olsalar “13 yaşındaydım.Kahramanmaraş’ın bir ilçesinde oturuyorduk. Okuldan eve gidiyordum.

Bir kalabalık vardı, merkezdeki ana yolun etrafında. Merak ettim, nedir diye bakmak için gittim. Bir panzer yolda ilerliyor, arkasında zincirle bağlanmış üç adet PKK’lı, ölüler. Üzerleri delik deşik, birisinin kafasının yarısı yok.

Koskoca ilçenin ortasından geçiriliyorlar. Benim gibi yüzlerce çocuk, kadın, adam bakıyor. Sevinenler var. Cesetlere taş atanlar var. Bu nefret niye, ölmüş zaten, yapmışsın yapacağını. Panzerin arkasına takıp sürümek de neyin nesi? Bu nasıl bir şeydir?”li anılarla dolu çocukluklarını anımsatacak herhangi bir olayda, o Kürt çocuklar da sizin gibi geri döneceklerdir geçmişlerine.

O anlarda; medya kanalıyla gerekliliğine inandırıldıkları “1993-97 yıllarında devletin işlettiği” faili meçhul cinayetlerde, babaları, ağabeyleri, hısımları öldürülen Kürt çocuklarının, benzer olaylara tanıklık etmiş Alevi, Ermeni çocuklarının belleklerinin “neyle” dolu olduğunu umursamayanlar karşısında insan, onların, birilerinin de içi sahiden yansın istiyor.

Öyle acısın, öyle yansın ki içleri yapılanlara, ölenlere, asılanlara, yakılanlara, kovulanlara dönüp bir bakınsınlar, baksınlar ki yapılanlardan, onayladıklarından dehşete düşsünler istiyorsunuz.

Evleri taşlanır, camları kırılırken somyanın, karyolanın altına saklanan, silah, helikopter, bomba seslerinden uyuyamayan Kürt çocuklarla “niyeyse” söylerlerse arkadaşlarının onlarla bir daha oynamayacaklarını düşünüp Alevi, …, Ermeni, …., Hıristiyan …., olduklarını kimselere söylemeyen çocuklar için, her çocuk için parça, parça parçalansınlar istiyorsunuz .

KAVGAM’ı Yahudi yerine Kürt, Ermeni, Alevi, Yunan, Arap koyarak okuyup daha çok Dörtyol’lar, İnegöl’ler planlayacakların; sabah işe uğurladıkları eşlerinin, okula ya da bir kışlanın yakınında pikniğe gönderdikleri çocuklarının akşam eve sağ dönememe ihtimalinin varlığıyla tir tir titremelerini istiyorsunuz.

Yol kenarlarına, arazilere döşendikten sonra dost, düşman tanımayan, kurbanlarının; meraklı çocukların, çobanların, köylülerin barışın sevgilisi iyi insanların kendisine gelmesini bekleyen kaypak bir mayınla, her biri bir tarafa uçan bedenlerden yayılan yanık et kokusu boğazlarını yaksın da sabahlara kadar uyuyamasınlar istiyorsunuz.

Kesin değilse de belki o zaman; kimliklerin neye, kime göre hain, terörist ilan edildiğini, Kürtlerin neden silahlandığını, savaşın niye başladığını araştırmadan, gözlerini kırpmadan “insanları öldürmeye, linçe kalkıştıran” öğretilen, öğretilmiş hakikat “kimindir”le sarsılacaklar, yalnızca ölüm kusan savaşa “Dur” da diyebilirlerdi.

Varsın, öyle bir zamanda dahi; yarattığı infialin müsebbibini bir başkasında gören devletin bizzat ihlal ettiği hak, özgürlükler sonucu, artık polisiye önlemler, savcılık ve mutlakıyetçi düzenlemelerle de halledilmeyecek safhaya gelmiş Kürt sorununun PKK’yı doğurduğunu, hoşlanılsın, hoşlanılmasın Kürtlerin bir kısmının PKK’yı sahiplendiğini, PKK olmasaydı dikkate alınmayacaklarına inandıklarına, sırt çevirip yine ulusalcı, yine post modern faşist olup, yine terörist, terör deseydiler.

Ama, hiç olmasa Kürt hareketi, Kürtlerin dili, …, edebiyatı, …., müziği, gelenekleri, hakkında ne bir merakları, ne de bilgileri olmasa da “Bende kürdüm, hakkımızı savunmak PKK’ya mı kaldı” (da saklı savunulacak bir hakkın varlığı atlansa da ) çıkışını “aynen öyle oldu, keşke”yle püskürtebilirlerdi.

Keşke, keşke Kürtlerin hakkını savunmak AKP, …, CHP, …, MHP,…., BBP, …, İP, …,TKP’ye kalsaydı da bir kerecik sorsalardı “Derdin ne mala mı, ne ararsın dağda.” Bir kerecik vatandaşları bir Kürt gencinin yitirilişiyle de kahrolsalardı da “gerekirse ölünür” tandansıyla harcanan 17, 19, 20’li yaşlardaki gençlerin ölüsünden çok dirisinin vatana lazımlığı paydasında buluşulsaydı.

Şimdiyse ölen her bir gencin 5 yakının varlığını göz önüne alırsak, 210.000 kişinin etkilendiği bu savaşın mağlubiyetinin fırsatı olabilecek ateşkes ilanına; Heron’nun Hantepe’de çektiği çatışma görüntüleri, kendi Heron’larını düşürme çağrıları, raflara kaldırılan karakollara saldırıyı haber veren istihbarat raporlarıyla daha da kirlenmiş savaşın kirliliği yanında, esamesi bile okunmayacak “PKK’yla yapılan kirli pazarlığı açıkla”yla meydanları inletenlere sorma anıdır, bu kan, bu ölümler “barışsız” nasıl duracak ?

Hani konuşulduğunda herkes tek bir ananın, çocuğun gözyaşı dökmemesi, bir tek gencin ölmemesi için her şeyi yapmaya hazır ve de nazırdır ya tam da barış hiç olmadığı kadar yakın, birkaç yasanın değişmesiyle gerçekleşecek “KCK tutuklularının serbestliği” ……, “Terörle mücadele yasasının düzeltilmesi”, …….., “ seçim barajının %10 indirilmesi” talepleri de artık evlat acısının, onlarca gencin ölmesinin nedeni olmamalıyken “ne oldu”da baltalar yeniden bilendi.

Ne mi oldu ? Silahlar susarsa “güçlenen AKP”yle baş edemeyiz” gözlerini öylesine kararmıştır ki, gençlerin ölmemesi için atılacak en ufak bir adımı desteklemektense, her sorunu çözeceklerini iddia ettikleri iktidara gelecekleri güne kadar, her gün daha daha gençlerin canını, kolunu, bacağını kaybetmesini yeğleyeceklerdir.

İşte, insanı yiyen bitiren de, bir annenin, babanın musalla taşında yıkanırken son kez yüzüne baktığında gözlerini açacakmış sandığı oğlu, kızı, canı mezara indirildiğinde üşüyebileceğini bile akla getiren inanamamayı, yaşıtlarını her gördüğünde “Yaşasaydı O’da 22’sini bitirecekti”, “Bu yıl evlenecekti”li yarım kalmışlığı “onlar” iktidar olana kadar yaşamasını istedikleri gerçeğidir.

Vücuda saplanan bir merminin, bacağı koparan bir mayının nasıl bir acı çektirdiğini tahmin bile edemeyen “Canını, kolunu, bacağını kaybedenlerin kaybettikleri geri gelecek mi? Gelmeyecek. Ateşkes ne işe yarar o zaman”la savaşı kronikleştirmeye çalışan bu bay, bayan savaşçılara kalsa “Kurtuluş savaşı”nı, 40 milyon ölüye I. , II. Dünya veya ülkelerin iç savaşlarını bitirmek için anlaşanlar, barışanlar savaşı sürdürmediklerinden halkalarına ihanet etmiş hainlerdir.

Hala ”…. Bir kısım teröristin sünnetsiz oluşu, çok şey ifade ediyor” diyen bir Başbakan yardımcısına, savaş, şehitlik üzerinde inşa edilmiş lanetli saltanatlara sahip majesteleri de, dalkavukları da bilir ki tankı, topu, tüfeği, uçağı, askeri yığacağın savaş en kolay yoldur.

Zor olansa, belki fikirdaşlarınızla bile karşı, karşıya gelebileceğiniz, 26 yıldır savaşan her iki tarafın yüreğinde onarılmaz, küllenmez, sımsıcak, hep öyle kalsın diye de körüklenecek, tutuşturulacak acılar, gözyaşları arasında esirgenmiş “barışı” savunmaktır.

Böyle en derinden, tüketerek, ne çok kırdık, ne çok acıttık birbirimizin canını, sadece “Türkleri” sevdiğinden çarmıh yaralarıyla dolu bu Cumhuriyet’te.Peki, onca günaha, lekesiz kalabilmiş midir ruhlarımız ?

Kim bilir, kusurlara, suça, onları işleyenlerin gözüyle bakıldığında kimse suçlu, kusurlu değildir önermesiyle, insanların her şeyde, yaptıklarında masum sayıldıkları ikinci bir vatanlarının bulunacağı bu dünya, o an senin farkına bile varmamışken, sırtını bir duvara verip, ölen, öldürülen herkese, yaşananlara doyasıya ağlamalısınız , tanımadığınız bir şehirde.

Bunca yıl darbecilerin, emirleri yerine getirenlerin yargılanmasını engelleyen geçici 15.maddenin yer aldığı Anayasanın yüzleri karartmadığı bu ülkede ama hey! ben de zaten ne biliyorum ki, generallerin, savaşanların bilmediğinden; hayatın bir prova olmadığından başka.

Gülsen FEROĞLU
27.08.2010

You may also like

Yorum Bırak