YİTİK ADRESLERE BENZER ÖLÜM

Gülsen Feroğlu

Hep, iç burkan,  yarım kalmış hayat hikayelerinin anlatıldığı katledilmiş mazlumların, “ahı”nın çıkmasını  boşuna bekleyenlerin gözyaşlarıyla ıslanmış,  planlayanların, yapanların cezalandırılmadığı, hiç akılda yokken “yitik adreslere benzer ölümü “ yaşatan katliamlarla dolu tarihinde;

onlarca Dersim,   6/7 Eylül, Maraş,…,  Çorum, …,  Roboski’ de yaşandığı üzere,     Ülkenin Cumhurbaşkanı , Başbakanı, İçişleri ve Adalet bakanlarının ve güvenlik görevlilerinin  ve halkın gözü önünde; vicdan ve merhamet ve hoşgörü ve insanlıklarını kaybetmelerini , zafer çığlıkları atarak, alkışlarla  kutlayan bir güruhun, katillerin;   bir otelde mahsur bıraktıkları  37 yurttaşını, komşusunu   diri, diri yakma  vahşetinin   faşizmin sıradanlaştırılmasının fotoğrafının olduğu,   dünde;

evladını , eşini,  dostunu, yakınını hayatından eden  alevlerin,  göğe yükselişini mutluluk naraları, sloganlar  atarak izleyenlerin   görüntüsünü bir ömür,  yüreğinden, aklından silemeyeceklerin; hiç bitmeyecek ” belki…keşke…yaşasaydı…  “nın izdüşümünde,  sürdürecekleri hayatlarını,  hiç olmazsa  “cezasını buldu, çekti, içerde”  yürek soğukluğuyla örtmelerine dahi izin vermeyen,  azıcık bir hukukun, azıcık bir adaletin adından dahi söz edilemeyecek;

insan yakılmasını, hiç yere katlini mubah sayan ,  aynı kaderi paylaşacağı  Adnan, Fatin, Hasan;    yoldaşları  Deniz, Yusuf, Hüseyin, Necdet gibi,  17 yaşındaki gencini,  Erdal’ımızı  dar ağacında astıran Ortadoğu’lu Türkiye ‘nin,  yargı sisteminin,  artık  gelenekselleştirdiği  katliam yapan “iyi ve bizim çocukları”  zamanaşımı, iyi hal  kisveleriyle  aklayıp, ödüllendirmesinin;  acı, matem ve elem bile  ayrıştırıldığından,   toplumun her kesimi tarafından lanetlenip, dehşetle karşılanmadığı;

sokakta elini kolunu sallayarak özgürce dolaşan… yiyen, içen, evlenen… doğum gününü kutlayan… işine giden, gelen belki torun seven,  onca  insanı hayatından etmiş katillerin,   bir şey yapmamışlar gibi gündelik  hayatlarına devam etmelerinin   vicdan dağlayıp,  yürek kanatmadığı;

kesinlikle de katillerin sevildiği, mafyatik ilişkilerin, pudra şekerciliğinin, kapı kulluğunun revaçtalığının  tescillendiği ve  “Adaletin   içinde de bir zalimin oturduğu”  bugünde;

yürek sıkıştıran, saç yolduran,  başı taşlara vurduran  hukuk okunmasına gerek bırakmayacak “insanlığa karşı işlenmiş suç da zamanaşımının olamayacağı” ilkesini kenara iterek, “Sivas Katliamı davasında” zamanaşımı kararını veren hakimlerin, isimlerinin tek tek ifşa edilmeyerek “adaletsizliğin, utanmamanın, ayıplanmamanın” meşrulaştırıldığı;

evrensel ilkesi gereği  bütün vatandaşlarına eşit davranıp,  aynı mesafede durması gereken Cumhuriyetçi bir  devletin; baskın, egemen din, mezhep, köken, fikir  dışındaki,  ötekileştirdiği  farklı dinlere, fikirlere, mezhebe, kökene, cinsiyete  sahip vatandaşlarını  kimsesiz… nasıl bir başına…nasıl çaresiz ve nasıl bir öfke içinde  bıraktığını kavramaktan çokkk uzak  bir ülkenin; utancını yaşamanın ağırlığını anlayamayan, hissetmeyen  çoğunluğun arasında;

ordan oraya savrulduğun hazanın Eylül serinliğinde; hüznün…ayazın… kasırganın… isyanın…umutsuzluğun dip noktasında,  dile pelesenk  “  Ah kavaklar, kavaklar…Acı düştü peşime ardımdan ıslık çalar. M.Altınok  “ ın  gölgesinde kavrulurken  yine bir başına ;

“Yitik adreslere benzer ölüm…

 Kötü geçen bir güzü

 ve umutsuz bir aşkı anlatan;

 rüzgarla savrulan, kağıt parçalarına yazılmış,

 dağıtılamamış bildiriler gibi,

 uzun bir yolculuğa hazırlanan,

 yalnız bir  yolculuğa … ”

çıkmış Behçet AYSAN  yalnızlığında,  kimsesizliğin de,  yine ve yeniden  ve hep ve daima yakılmak… yanmak… katledilmek…öyle işte.

Rukiye –Gülsen FEROĞLU

 

You may also like