Söyle Ay Doğmadan Düşmesin yaş Gözüme

Gülsen Feroğlu

Baharda, beton yığınlarının grisine boyalı şehirde, a kasya kokusuyla illa da çiçek pazarından alınması gerekli sarı lalelerden yoksunluğa, tek eksiğinizmişçesine takmışsınızdır ya, neyse ki imdadınıza yetişecek ha açtı, ha açacakla gözetlediğiniz leylak kokusunun dahi aranıza giremeyeceği uykunuzdan, elinizden, kolunuzdan çekiştiren iş, güç sıyırıp alacaktır sizi .

Günlerdir yağan yağmurdan sarhoş değil de aksamdan kalma bahar sabahında, betiniz benziniz sararmış, aynadaki aksiniz de, ne kadar da çirkindir öyle.

Caddenin başından, sonuna yürürken aynı anda rüzgarlı, yağmurlu, güneşli havayla karşılanacağınızdan, daha güzel, hoş görünmek adına da değildir, çetrefilli probleme bürünen “ne giyinsem”.

Kendinizi arada yüzünü gösteren güneş altında, bir kır evinde papatyalı, gelincikli ıslak çayırlara atmanın dayanılmazlığında, ayaklarınız, önünüzde dağ gibi yığılacak evrakları umursamayacağınız işe, geri geri gidecektir. İyice çığrından çıkmak isteniyorsa “ben, her bahar aşık olurum”la tabloyu tamamlayacaklar, r utine tuhaflaşan siz , hep aynı repliği duyacaksınızdır “ Aynen, i çimden hiç bir şey yapmak gelmiyor.

Bahardandır, bahar..…” Bu Van Gogh’un “View of Arles with Irises- İris’lerle Arles manzarası” tadındaki tabloyu bozansa, süren ama inanın artık nedeninin bile bilinmediği savaşta, güzide kurumlarda yetiştirilen seri kurşunlayan, psikopat görevlilerden birinin, öğretileni yapıp “23 Nisan’da Başbakan olan cici çocuklardan” tek eksiği “orada” doğmasında gizli, sade ve sadece bir çocuğu, bütün hıncını topladığı dipçiğiyle öldüresiye dövmesidir.

Annenizin sizi teselli edememiş “bakma kötünün kusuruna, bilse iyisini söyler”i sana da derman olmayacaksa da çocuk, y ine de sen, “Türk” zihniyetine göre beş, on yıla kalmaz dağa çıkacağından bugünden kafanın parçalanması gerekirken, çağa ayak uydurduklarını zannedecekleri karargah emri “Türkiye Halkı” açılımında “teröristte olsan insan” sayılıp, Korgeneral’in bile ziyaretine gelebileceğini, en son isteyeceği “ şimdiye kadar terörist olanlar da, bu şartlar altında terörist oldularsa hakları var”a meşruiyet kazandırdığını fark edemeyen, o aymazın kusuruna.

Çocuk, sen de diyeceksin ki bu Ülkede, hukuktan önce gelen silahlı gücü, elinde tutanlar kullanmadı diye literatürde sıfırlanmayacak Kürdistan’da yaşayanları, ön koşulsuz PKK‘nın militanlığıyla mimledikten sonra yapılan vahşetler, istemlerimi dile getiren partime düzenlenen operasyonlar karşısında, nerededir, dün ETÖ soruşturması kapsamındaki aramaları, göz altıları nasıl da demokrasiye, adalete sıkılan bir kurşun sayarak havaalanına koşan 9.Cumhurbaşkanı, çağdaş yaşamı destekleyen sivil toplum örgütleri, akademisyenler , …., pedagoglar ?

Gerçi usta hukukçulardan Vural SAVAŞ, Nusret DEMİRAL’ın muhtemelen, taş atan çocukların da idam edilmelerini isteyecekleri memleketin semalarını “çocuk olmasa da böyle bir muamele insana hak mıdır” sorunsalı kaplamayacağından, sorularına cevap yerine nasihatlere boğulacağından, hak yendiğinde düşman kazanılacağını da bir sen bileceksindir.

Kollarınızı masaya dayar, yüzünüzü avuçlarınızın içine alırsınız. Bu göz kararması, ne yerseniz, ne içerseniz için ağzınızdaki bu kekremsi tat, tatsızlaşan sohbetler, bahardan değilmiş, işte. “Uygarlığın erdemi barışın” salınmasına izin verilmeyen memlekete, değişen yıllarla birlikte konuşulanların, sorunların değiş(e)memesi, çoğunluğun asıl bölücülük saymayacağı “ama orası, onlar” itirazlarına ataçlı “dövmeyelim, asmayalım da besleyelim mi, di mi a dostlar” mantalitesidir onlarca insanı, sizi, bahar çarpmışlığından beter eden. Bu baş ağrısı, 1925 tarihli Şükrü KAYA’nın yazdırdığı “ önce tespit edeceksin. Ali, Veli, Hasan… Ekinini yakacaksın. … Hayvanını telef edeceksin.

Uslanmadı evini başına yıkacaksın. Uslanmadı öbür dünya ya göç ettireceksin. Kalanını da buradan def edeceksin” raporunun sonraki yıllara “baş edemeyince, tabii ki hukuk dışına çıkacaksın”lı sürümüyle, kimi zaman kurulan darağaçları, kimi zaman boşaltılar köyler, …., kimi zaman 5.inci sınıfa giden 12 yaşındaki “terörist” Uğur KAYMAZ’ın 13 kurşunla delinen bedeninde görüntülenen, Ülkenin asıllarının yedek bellediklerine uygun bulduğu uygulamalardan yalnızca birisinin, 24 Nisan’da, kamerayla, suçüstü tespitinin ağırlığındandır.

Hey sen, kim, ben mi ? Evet, sen, asıl, bak kendine şöyle bir; çağdaşsın, laiksin, muhafazakarsın, dini bütün, yakışıklı, çarpıcı, alımlısın. ”Bütün yolların yolsuzluğa” çıkmasını kanıksattığın ülkende i şin, evin, yazlığın, araban güzel, hayatın iyi. Koridorlarda, geniş salonlarda Vercase, …, Dior, Zenga markalı giysiler, Escada , Burberry’den alınmış şapka ya da türbanınla dolaşmakta, tirajı yüksek gazeteleri okurken de “Atlas”ı, “Alya”yı çocuğun sanmaktasın.

Diyet ürünlerle beslenir, Pilates’le zayıflar, Facebook’ta dolanır, Twitter’a göz kırparken, arada “ özgür basın, yargı, düşünce”den dem vurmaktan da geri kalmayıp, u tanmaya gelince de herkesten utanmaktasın. Önce kendinden utan.

Ey asıl, dün, 27 Mayıs’ta, sonra belki kuvvet komutanı olan Başbakan, Bakan tokatlayan, ayağıyla kapılar tekmeleyen o teğmenler, Meclis’te toplanan koca koca adamların gencecik delikanlıların idamlarına kabul oyu verirken titremediği gibi sahiplerinden birini Cumhurbaşkanlığına taşıyarak “büyük devlet adamı” ilan eden, bugün de Güldünya’yı, Seyfi’yi, Engin’i, Hrant’ı vuran o eller, senin sessizliğinden, basiretsizliğinden güç aldı.

Dün, yine hayatı ölüm için çalıştırıp, birbirine kırdırdıkları gençlerin oluk oluk akan kanları üzerine oturttukları her darbede, servetler el değiştirip, niceleri şirket sahibi, niceleri yönetim kurulu başkanı, üyesi yapılanlar, çocuklarına, ….., hısımlarına gelecek inşa eder, hak edilmeyen payeleri dağıttıklarında da senin körlüğünden faydalanmışlardı.

Yine bugün, Genelkurmay Başkanının eş Başbakanmışçasına basın toplantıları düzenleyerek, her konuda görüşünü açıkladığı “yarın o kişiler, temenni ederiz beraat ederlerse”yle de yargıya açıkça müdahale ettiği sisteme demokrasi denmiyormuş.

Biz de değiliz zaten de “demokratik rejime bağlıyız”la da kastettiği, Meclis’te görmek istemediği partiyi deşifreleyerek, kime oy vermenizle, hangi kelimeyi kullanacağınızı dahi belirteceği, parlak düşüncelerinin onaylandığı böyle “demokrasi“ de senin kaypaklığının mucizesidir.

Sizse asıllar gibi hayatınıza heyecan katmayıp, ne dediğini de önemsemeyeceğiniz Genelkurmay Başkanının yerinde olsaydınız, bir ara asker kimliğinizi unutup, genel yayın yönetmeni havasında “ şu soruyu sormanızı beklerdim, şu haberi atladınız”la akrediteli gazetecileri bile haşlayıp (bir askerin, iki saatlik toplantısını canlı yayınlayan medya, bunu hak etmiş midir, o da ayrı bir davadır ya ) “yakıştı mı size”yle de iyisinden bir ayar vereceğinize, takvim doğmasaydı ay, atlansaydı da düşmeseydi yaş gözünüze diyeceğiniz o güne, 6 Mayıs’a dönmekteyken, yapılmış darbeler için halktan, mağdurlardan özür dilerdiniz.

Ebeveynlerinize göre 1972 yılının 6 Mayıs’ında Ankara, yine onlarca Goebbels’le dolu, yağmurlu, puslu ve suskunmuş.

Baharda kaçıp gitmenin imkansızlığında, nedense, insanda kaçıp gitme ve bir daha dönmeme isteği uyandırdığından, her şey ama her şey o günde çok sıkıcıymış; yapılan ya da yapılıyormuşçasına davranılan iş, planlar, hayaller,….,.. Sen de ey asıl, toplantılardan fırsat bulduğunda d ön de bir bak, gücünü senden alanların tarihine kazıdıkları utanca, siyah beyaz fotoğraf karesindeki üç gence, gençlere, Başbakana, Bakanlara,…..

Duydun mu bir damla yaşı da söküp alacak “Ve ben, 24 yasındayken, kendimi Türkiye’nin ……” sesini ? Öyleyse söyle, hakimiyetini normalleştirmeye çabaladığın ordunun el attığı, hangi mevzu bal olmuş, kaymak olmuşta yenileri hayırlara vesile olacakmış.

Şimdi, sisteminizin yanlışlıklarını avaz avaz bağıranları, karşıtlarınızı temizlesin diye methiyeler döşediklerinizin gerçekleştirdiği darbelerin, güzelim sonuçlarını, kendine asıl diyen, aydın diyen, yurtsever diyen, ülkemi düşünüyorum diyenler bir anlatsalar, yazsalar da bizler de bilsek, nerede yaşandı bu güzellikler, mutluluklar, özlenecek şeyler. Anlaşıldı, yedekliğini bile unutturan bu kanser, hiç iyi gelmemiş size.

Hem, dur bakayım ateşin mi var ? Yok bir şeyim. İyiyim. Senin kadar iyiyim.Senin kadar kaybolmuş.

Senin kadar hoyrat.Senin kadar cahil. Senin kadar küstah, bencil. İyiyim yani.Senin kadar. Senin kadar özgür Mayıs, bu sene de içinizden bir parçayı çaldığında, siz yine solarsınız. Siz birbirinden bağımsız harfleri toparlayıp cümle kuramaz, yazı yazmaya üşendiğinizde de doğa canlanır, leylaklar da açar. D ünmüş gibi, dün müydü yoksa.

Gülsen FEROĞLU
05.05.2009

You may also like

Yorum Bırak