Kalmadı tesellisi ne şarkının

Gülsen Feroğlu

Nasıl, tam da keyifle “ dekolteye gerek duymadan, cazibeli ve seksi görünmenin yolları”nı okuduğunuzda yok, yok “Elveda Rumeli”yi izlerken, o da mı değil, rakı masasında “Deniz Seki garibanı hapishanede ne yapıyordur”u düşünürken, “son dakika” mı, yoksa “flaş, flaş” klişesiyle mi öğrendiniz Mardin’ de ki katliamı ?

Nasıl, şaşırdınız mı, sıvası dökülmüş merdivene, tavana, kapıda yığılı lastik ayakkabılara bulaşmış, paslı demir kokan kanın, ne Latin Amerika’nın tarihini betimleyen MARGUEZ romanından kanlı bir kesit, ne Cemal SÜREYA’dan “kan var bütün kelimelerin altında”lı bir dize, ne de LORCA’nın kanlı düğününden “ah nasıl bir yas, nasıl bir acı kavuruyor içimi…” tiradından bir bölüm olmamasına.

Nasıl, ürktünüz mü, 3 trilyon serveti olduğu iddia edilen muhtarın, rant paylaşımında tartışma çıkınca 1 gecede 350 bin TL. dağıttığı “o” 32 haneli köyde, 1 değil 8 ayrı beynin aynı şekilde çalışarak, PKK’nın üzerine atmayı da planladıkları katliamın vahşiliğinden.

Aklınız havsalanız almadı mı, adına ister Doğu, Güneydoğu, ister Kürdistan deyin istendiği takdirde, istenecek kadar silahın bulunacağı bir bölgede, hepsi de genç 30 bin insan, 30 bin adam, kadın, çocuk ve bebeğin ölümüne, şehirlerinde bir sabah, öğlen, akşam sayısız insanın sır oluşuna tanıklık eden, 3-4 yaşındaki çocukların “annem, babam öldü” demelerindeki rahatlığı.

İlahi, “Ermeni, Kürt değilim, başıma bir iş gelmeyecek, devlet beni hep sevecek, fişlemeyecek” güveninde, akılları; kimsenin izin vermeyeceğini bilmelerine rağmen, Cumhuriyetin karartılacağı varsayımını dert edinmede ya da son günlerin gözde mekanı bebek sahilinde, Gloria Jean’s Coffees’de, GJ’s Creamy Hot Cocoa’yu yudumlayıp boy göstermede olanlar, sadece ekranlarda izledikleri “ …. çıkan çatışmada iki er şehit olurken, bir korucu da hayatını kaybetti.

5 terörist ölü ele geçirildi “li haberlerle, tabutların çağrıştıracağı savaşı da sanal dünyanın ürünü kabullenip, günlük yaşamlarında en basitinden kimlik, yol kontrolü yapan, arabaları çeviren korucunun, jandarmanın, polisin hışmını çekmeyeyim çabasında da bulunmayınca, 47 insanın öldürüldüğü katliamın, savaşın sonuçlarından yalnızca birisi olduğunu da kavramayacaklardır.

Onlar, semalarında her gün Skorsky’ler, Cobra’lar uçmadığından, okula, işe gidilen caddeler cemseler, panzerler, tanklar, askerlerle kapanmadığından, dağlar, kayalar bombalarla yarılmadığından, şehri toz bulutu, yakılan ormanların kokusu kaplamadığından, makineli tüfeğin, roketatarın, havan topunun sesini tanımadıklarından, kardeşlerinin, çocuklarının, akrabalarının kurşunlanmış cesetleri ibret olsun diye atıldığında kasabanın, köyün meydanına acizliklerine yanmadıklarından, her yerin yaşadıkları şehirlere benzediğini zannedeceklerinden “cinayetlere, savaşa evet” dediklerinin farkında bile olmayacaklardır.

Bilerek, bilmeyerek “evet” dedikleri bu savaştan geçinenlerse, çoktan, geçmişte de kullandıkları CİA taktiği, aynı grubu kendi içinde ayrıştıran “yöreyi biliyorlar, bizden olmasalar onlardan olacaklar, vursunlar işte birbirlerini, nasılsa akacak kürdün kanı” fısıltılı paramiliter örgütlenmeyle “koruculuk” statüsünü verecekleri iyi Kürtlere, aşiretlerine Kontrgerilla işlevini yüklemişlerdir.

Bu durumda, sunulan “olanaklar” sona erecek korkusuyla daha, daha kan isteyecekler, PKK adına da otobüs, minibüs tarayıp, köy basacakları “BİXİ”ler, “AK-47”leriyle eğlence diye dağa, taşa, havaya devletin mermilerini sıkar, kahvehanelerde, evlerde ahaliye bölgenin günlük olaylarını; izini sürdükleri, öldürdükleri, yaraladıkları kişileri, üstlerine tapuladıkları arazileri, kendilerini kollayan komutanları anlatırken, duvara, sandalyeye, kürsüye dayalı silahlarla çocukların oynadığı, insanlarınsa kin, sefalet içinde iç savaş anılarıyla yoğrulduğu köylerden, kasabalardan, şehirlerden güzellik, sevgi ve bilimin boy vermesini bekleyecek yüksek kalite ve çözünürlüktekiler, bir gün aynı silahları rant uğruna hısımlarına, komşularına çevireceklerin gözü dönmüşlüğünü izahta da zorlanacaklardır.

Ama bu demek değil ki “onlar” gerçek ortada ve Karl Marx da yıllar, yıllar öncesi “insanların maddi yaşam koşullarını belirleyen, onların bilinçleri değildir; bu maddi koşullar, onların bilinçlerini belirler”ini de yazmışken, dededen kalma Kürtlere nefretlerini PKK’ya küfrederek ya da eğitim, kültür bağımsız bir değişkenmişçesine “Yüce devletimizin teröriste sıkın diye verdiği silahlarla, bu aptal Kürtler….

Bunların asilikleri, cahillikleri ırklarından”la kamufle edip, töre, cehalet yalnızca Kürtler’in bir özelliğimişçesine yansıtan yorumlardan eksik kalacaklar. Bunları gören, duyanda kültürlü, eğitimli, iki dil konuşup, yazarak HOMEROS, SHAKESPEARE, PUŞKİN hatimli doğan, ….., teknolojik buluşlara imza atan, kadın, erkek birlikte balet, balerin zarafetinde vals yaparken, duvarları MATİSSE, MONET, ZAGANELLİ’nin görkemli resimleriyle donatılmış saraylarda, evlerde, bahçelerde, klasik müziğin yankılandığı atalara sahip sanacaktır.

Üstüne bu dünyada herkes, her ulus, en az bir kez, çıkarına göre kendisine düşman üretip sağındakine, solundakine cani veya melekliği yaşatmışken, etrafı yakıp, yıkıp, parçaladıklarından göçebe atalarına yakıştırılan “eyvah, barbar Türkler”in torunları, herhalde “Türkler iyiydi de çevresi barbardı” savunmasıyla huzura erip, tarihlerinde katliam, darağacı, tehcir,…, kan yokmuşçasına ortalarda salındıklarından, sanırsınız ki medeniyetin timsalidirler de, bu kendini beğenmişlik de haklarıdır.

Oysa herkesin bildiği yazdıkları, yazdırdıkları anlı, şanlı tarihle, yalanla kotarılan hiçliğin doğurduğu bu kendini beğenmişlik, zamanla başkalarını beğenmemeye, giderek de herkesten, her ırktan tiksinmeye yol açan milliyetçiliğe dönüştüğünden, yargı, yasama, yürütme,…, ordu, bürokrasi, medya da dahil her kademede devlete, topluma hakim ırkdaşları eliyle ülkeyi yönetenler, her olayda, sorunda suçu yönetimde hiç söz hakkı, gücü bulunmayan üstelikte nötrleştirdikleri kendileri dışındakilere atacak ırkçılıklarında, niyeyse bangır bangır da “faşist, ırkçı değiliz” diye bağırıp, topumuzu sulu götürüp, susuz da getireceklerdir.

Öte yandan daha ortada faşizm yokken Fatih Kararnamesi ( kanunname-i ali Osman) “her kimesneye evladımdan saltanat müyesser ola, karındaşlarını nizam-ı âlem için katletmek münasipdir”le cinayetin yasallaştırıp, töreleştirildiği İmparatorluğun yerini Cumhuriyet aldığında, devam ettirilen, kendileri dışındakilerin “katli vacip”liği, düne kadar yasalarındaki “töre cinayetlerinde indirim”, Cumhurbaşkanlığına aday Bakanın “töre dışı davranış bu”yla linç edilişi, sanki başka bir ülkede vuku bulan olgularmış tavrını sergilemekten de geri durmayacaklardır..

Böyle olunca da, çıplaklığından utanıp, üzerine diktikleri kat kat giysilerin altında gizledikleri tarihlerinde peş peşe gerçekleşmiş katliamlardan yalnızca birinde, Maraş’ta “bebek katilleri” 105 kişiyi öldürüp, 176 kişiyi de yaraladıklarında, memleketin her yerinde katliamların vahşetini yaşayanların “bizi de, öldürecekler, iyi de ne yaptık ”lı korkunun getirdiği “aidiyet” duygusuyla tanışacakları o günlerden bellidir, insanlara “bok “ yediren bir zalimler kuşağının yaratılacağı yarının, geleceği.

O yarınında, katliamlar yapan ırkçı zihniyet mahkum edileceğine temsilcileri milletvekilli, partileri de iktidar ortağı yapılarak tarihle yüzleşilen, kusura bakmayın ama bu tuhaf ülkede, “Atatürk düşmanları”, “Sevr’i hortlatmak istiyorlar”lı, “ötekine”, “berikine” nefret törelerine çarptığından değiştirilemeyen darbe Anayasası, savaş, …., dini hurafeler, bir türlü azalmayan şiddet yandaşlığına ait değerlerle kavga başlatmak yerine, aslında ihmal edilmişliğin cevabı kan davasını, berdeli, cahilliği üzerine yıktıklarını karalama furyasında “bu katliam PKK’ya yarayacak” vicdansızlığındakiler, burjuva demokratik ülkelerde sırf kaçak veya devletin silahları kullanıldığından hükümet düşürecek katliamın sorumlularını da ufuklarda aratacaklardır.

Bu sanal sorunlar, mutluluklar, ırkını beğenmişlikle bezeli dünyalarını, mutlaka ama mutlaka bir gün yıkacak, daha şehirlerine sıçramamış kan lekeli ölümleri içine sindirenlerin, fakirlikte ve sahipsizlikte eşitlediği sevgili Türkiye halkı, yeni bir töre yazılana kadar, kul etmek için kulluktan kurtarma töresinin egemenliğinde, hepimiz, Türklerin kanı aktığında ne oldu ki Kürtlerin kanı aktığında bir şeyler değişsin çıkmazında, köşe kapmaca oyununda ortada kalan çocuklar gibiyken, varsın istatistikler Kürdistan’da savaşta ölenler 30 bin 47 küsura ulaştı yazsın ne çıkar, umursamazlığındakiler utanç kaynağımız değilseler, nedirler ki.

Yine de gelin, bırakalım da o dehşet gecesinde, ailesini kaybeden savaş mağduru çocuklardan yalnızca biri, belki bir gün, yanı başındaki mezarlığa baktığında, duvarında Atatürk fotoğrafı asılı o evde yaşananların sebebini araştırmakla kalmayıp, çağdaşlığın başkasını incitmemeye dayandığını da anladığında, arşivlerdeki görüntülerde kameralara “korucu olup, insan öldürmek istemiyorum” diyen yaşıtının mı, yoksa aynı günlerde “koruculuğun hedef alınmasına” karşı çıkanların mı “cahil” olduğunun kararını da “o“ versin.

Belki o gün, hala, kimsenin yüzüne bakamadığı silahların susup, mayınların patlamadığı, iyilik isteyenlerin başlarının kopartılmadığı memleket hayaline “o” da çarptığında, bir buzdolabına, çamaşır makinesine sahipliğin en büyük rüyası olduğunu söyleyen Kürt kadınlarını, korkularını da alıp gidecektir uzaklara.

Ya da belki gitmesi gerekmeyecektir uzaklara. Nasıl, artık savaşı kimin başlattığı, ilk kurşunu kimin attığı, haklı, haksız kimmişin önemsizliğinde “ne şarkının, ne de sazın da kalmamışken tesellisi” eğleniyor musunuz gençler. Haydi relaxx!!. Bence de “e,eee takip etselermiş korucularını”.

Kim mi dillendirdi. Onların inanacağı Gossip Gril.

Gülsen FEROĞLU
27.05.2009

You may also like

Yorum Bırak