Ağlama iki Gözüm Biraz daha dur

Gülsen Feroğlu

İnsanlar konuşuyorlar. Biri “Yeryüzünün gözyaşları sonsuzdur.

Biri ağlamaya başladığında, bir başka yerde bir başkasının gözyaşı diner”i yazarken, hiç bir ressam ondan daha iyi savaşın resmini çizememiş, budalalık uçurumunun tepesinde acılar nakşettiği dünyayı izleyememiş Hitler “açın Almanya’nın önünü, durduramazsınızla” yol aldığı faşizmi tasfiye edip üstün ırk diye bir şeyin olmadığını kanıtlamasaydı, ari ırkının dışındakilere uygun görülen vahşetin kanıtı toplama kamplarının bulunduğu Varşova, Prag, …, Berlin’de doğduklarından damarlarında dolaşan kanın asiliği, asilsizliğiyle işi olmayacak gençlerden biri de, NASA’nın sitesinde Mars’ın fotoğraflarını inceleyip kaldık yine dünyanın eline, Mars’ta da hayat yokmuşu düşünecekti.

Bir başka yerdeyse, bir çocuk “Ben bir küçük askerim.Vatanımı beklerim. Düşman gelince, silahımla ezerim” şiirini bitirdiğinde, öğretmen soracaktı “okuduğumuzu anladık mı çocuklar ?” Bir şehirde de “ne olursa olsun, dinimize, milliyetimize küfür edenlere en sert tepkiyi verecek kadar şuurlu, milliyetçi ve Müslüman Türk gençleri yetiştirmek milli eğitimimizin temel hedefidir” açıklamasını okuduklarında kastedileni anlayacak gençler, ırklarını aşağıladığına inandırıldıklarından kızacakları insanın resminin konulduğu masanın çevresinde toplanıp, cinayet işlemek üzere yola çıkacak arkadaşlarını, çay ısmarlayıp, bayrak hediye ederek gazan mübarek olsunla uğurlayacaklardı.

Aynı saatlerde görüşlerini benimsemediklerini linçleyenlere karşı çıkmayıp, her cinayet sonrası kapalı kapılar ardında öldürülenin dinine, ırksal kökenine bakıp sevinecek, devlet teşkilatının yarısından fazlası münferit olarak bunları yapmaya eğilimlidirle tercüme edilecek “bunlar münferit olaylardır, ülkeye, şehre, kurumlara mal edilemez”li bahanelerle rahatlayacak toplumun saygıdeğer üyeleri, yaşananda, yaşanacaklarda sorumlu değilmişçesine küresel ısınmayı, Atlas bebeği, kansere çare bitkileri, pop starı konuşuyor olacaklardı.

Aynı dakikalarda, gazete binasını gözetleyen katilin yüksek mevkilerdeki tanıdıklarının, vatandaşının güvenliğiyle yükümlüyken stratejik yol göstericiliğe soyunan, bombacıyı “iyi çocuksunla” haber elemanı alan istihbaratçıların gözü önünde, kurumların bilgisi dahilinde adım adım hazırlanan, vatanında “Ermeni piçiyle” tartaklanan gazeteciye suikast beklenirken, insanlar konuşmaya devam edeceklerdi.

İnsanlar konuşurken, açıkça müsaade edildiğinden bir tetikçinin bilinçsiz saldırısı, düğmelere basanların marifeti olmayıp, milli güvenlik belgesinin tehdit algılamasında aşırı sağı çıkaran devletin nüvesinden söküp atmak istemediği ırkçı, cihatçı ideolojisinin, ülke siyasetinin uzantısı olacak, silah sesiyle ortalığa saçılacak organize suikastın kamuflajının materyalleri de hazırlanacaktı.

Gerçekleştirilecek cinayetin failleri, ülkede en çok satan kitaplar listesindeki Mein Kampf’ın başuçlarında durduğu Führer’ler, tüm kurumların ilham kaynağı “Bir şeyi ne kadar uzun süre tekrarlarsanız, insanlar ona o kadar fazla inanırı” söyleyen Goebbels’i saygıyla anıp, otomatik tabanca barabellum’la işledikleri cinayetleri kurbanın cebine beyaz bir kağıt bırakarak üstlenen Gestapo’nun kurucusunun “Halkın bir şeye katılmasını sağlamak daima kolaydır.

Halka, saldırı tehlikesi altında olduğunu söylemek, pasifistleri vatansever olmamakla suçlamak ve onların ülkeyi tehlikeye attığını iddia etmek yeterlidir. Bu, her ülkede aynı şekilde işe yarar”ını beyinlerine kazıyacaklardı.

Böylece kurgulanan şanlı tarihle, çoğunluğu oluşturan ırkın, diğer ırklara üstünlüğü fikrinin tutunması için Kürt, Ermeni, Yahudi, Rum, Arap, Yunan, Alman, Fransız her kökene “Kürtler, Ermeniler, Çingeneler dedelerimizi kestiler.

İngilizler Araplarla bir olup koca İmparatorluğu arkadan vurdular, ….,”la bir kulp takıp, savaşılacak düşman ilan ederek, azgın nefretlerini, ırkçılıklarını göz kamaştırıcı milliyetçilikle ambalajlayacaklardı.

Sevgi sözcüğünün geçmediği, okşanmamış saçların, tokatlanmış yanakların, dertlerini paylaşamadıkları annelerin, itelendikleri yoksulluğun, sahtekarlığın asil kanlarına dokunmayacağı evlerin çocuklarından, hiçliklerinde katillikle damgalanılsa da bir şey olma sevdasına düşürecekleri bir eline Kuran, bir eline Turan yerleştirerek düşünme yetisinde akıllarını tutacakları, gavurların icadı İnternet Cafelerde savaş oyunu oynatıp, gazetelerin, haber sitelerinin internet versiyonlarına küfürlü, ırkçı yorumlar yazdıracakları SS – saldırı timlerini de oluşturacaklardı.

Kendilerini üstün insan sayıp ‘İktidar sahipleri için düşünmeyen bir halka sahip olmak ne güzel bir şanstır”la alt tabakadakilerin hizmetçiliğinde karar kılacak Hitler, Mussoloni gibi Nietzsche, Hegel okuyan Führer’ler, Kemalletin Tuğcu dahi okutmayacakları kara gömleğin, gamalı haçın yerini aldıracakları beyaz bereli timlerine, şahitsiz gecelerde ateş talimi yaptırırken, şahlanacak duygularını Heil Hitler’in sözleriyle ifade edeceklerdi “Devletin efendileri artık, biziz.”

Ülkede herkesin azınlık, herkesin aynı yaptırımlarla karşı karşıya olduğu fark edildiğinde ayrıcalıklarını kaybedeceklerinden “Devlet mutlak yönetici olarak kalmalı, düzen korunmalıdır”la özgürlüğün yerine disiplin, eşitliğin yerine hiyerarşiyi koyarak aile, kişisel, ekonomik, dinsel, düşünce hayatını düzenleyen kurallar ve yasalar kimliğinize, suçunuza göre işletilecek hukukla sindirilen bireylerde can bulacaklar, düzene karşı her reaksiyonu kökene dayandırıp,bölücülükle ithamlayarak saldırı timlerine rehabilitasyonunu mümkün görmediklerinin temizlenmesi emrini vermekten çekinmeyeceklerdi.

Devran böyle dönünce, bir bakarsınız ki katil yaptıklarına gösterecekleri ihtimam, koruyuculuk, şefkat karşısında geç kalınmış cinayetleri işlediklerine inanacak Abdullah’ın, Polat’ın, Yasin’nin, Yeşil’in, Erhan’nın, Ogün’nün benliğinde Hitler, Mussoloni, Franco, Pinochet cüretkarca tehditler savurmakta, ülkede faşizm özgürce dolaşmaktadır.

İnsanlar konuşuyorlar. Ülkenin, o şehrin yöneticileri açısından kesinlikle sürpriz sayılamayacak cinayet işleniyor. Gazeteci, tanıdık kahverengi elbiseleriyle kaldırımda yüzükoyun yatıyor.

Karşılaşılan yeni bir olguymuşçasına kravatlılar, unvanlılar, her cinayet sonrası olduğu gibi bir anda istihbaratçı, sosyolog, psikolog, toplum mühendisi, …, Sherlock HOLMES oluveriyorlar.

Bedeni üzerine serilen kan bulaşmış beyaz örtü rüzgarla havalanıyor, bir polis kenarlarına taş yerleştiriyor. İnsanlar konuşuyorlar. Zeval gelecek imajın kaldırımda o anda ilerleyen kan olduğunu görmeyip, Avrupa’nın ne diyeceğini, ülkenin imajının zedeleneceğini anlatıyorlar.

Siyasi Parti Liderlerinin tamamı olayların niteliğine göre özneyi değiştirdikleri aynı repliği tekrarlıyor “şiddetle, nefretle kınıyoruz.”

Cinayet mahalli güvenlik şeritleriyle çevriliyor. Genç bir kız gözlerine son kez baktığını bilmeden belki sabah kahvaltıda şakalaştığı babasını arıyor, polise “yüzünü gördünüz mü” diyor kim? İnsanlar konuşuyorlar “tam da Kuzey Irak’ta sesimizi yükseltmişken” …., .O benim babam diye çaresizliğin sularında çırpınıyor kız.

Elinde silah savaşa gitmemiş, kimselere zarar vermemiş bir insanın hayatının elinden alınması, bir kadının kocasını, çocukların babasını kaybetmesi yeterince korkunç bir felaket değilmişçesine insanlar konuşuyorlar “sözde soykırım iddialarının gündeme geldiği bir dönemde, …., .

Az sonra dönecek rotatifler, editörler en çarpıcı manşeti bulma yarışına girişiyorlar. Türkiye bir vatandaşına atmışken kurşunu, başarılı ideolojik çalışma “kurşunlar Türkiye’ye, katil Türkiye düşmanı” manşetiyle kimliğini, düşüncelerini mefhum bir Türkiye kavramında yadsıtarak, gündeme taşıtacakları muğlâk, hipnozlu “dış mihraklar, derin devlet, MOSSAD, CİA” kelimelerinin ardına gerçeği, gazeteciyi kimliğinden dolayı yıllardır açık hedef haline getirenleri, failliğe bulaşan devleti atıveriyorlar.

Mussoloni bile “devletin dışında hiçbir şey olamaz, her şey devletin içindedir’le yıllar önce yalanlamışken, kendilerini de kapsayan yılların muamması derin devlet sayesinde izlerini görünmezleyerek, o devlet, bu devlet, o zaman, bu zaman derken zamanla herkes için derinle meşrulaştırılan failli meçhulleri kabullenen insanlar en duygusal, en güzel cümleleri kurarak yazacağını yazıyor, söyleyeceklerini söylüyorlar.

Pekâlâ, seni, anladılar mı yazanlar, çizenler, günah çıkaranlar, çıkarmayanlar. Devletin belirlediği benle vatanında sürgünü yaşayıp, sorun oldukları hissi tattırılmamışlar. “Ağaçtan maşa Kürt’ten paşa olmaz”la yükselebilecekleri mevkiler baştan belirlenmemişler.

Dışlanmayın diye ana dilinizi öğretmeyen, mezhebinizi gizleten ebeveynlerinin, ülkenin engebeli yollarında delinen tabanı lastik ayakkabılarını, ıslak çoraplarını gördükleri gün büyüyecekleri çocuklukları, ürkekliklerinde devlete hoş görünmek uğruna ötekilerdeyken ötekini “eskiden buralarda çok affedersin Ermeniler vardı”yla karalayan, kökenini açık artırmada satan dedeleri olmayanlar.

Köşeye sıkışınca Ermeni tohumu, pis Kürt, hırsız Çingeneyle alakalı alakasız her olayda kimliklerine, mezheplerine, aksanlarına saldırılarak kişilikleri ezilmeyenler.

Anladılar mı on yaşındaki çocuklar için sözde vatandaş bildirisi yayınlayanlar, sekiz sayfalık makaleden alıntı bir cümleyle makalenin tamamını kavradığını söyleyen hakimler, yargıçlar.

Günün birinde hepimiz sonsuza dek susacakken “Mehmetçiklerden daha fazla üzülür olduk bir Ermeniye”yle ölüme çareyi öldürmede bulan akıl dışılıkta insanlığı yerle bir edenler seni, anladılar mı?

Görebilseydin, Führer’lerin canavarlaştırdığı toplumda meğer, buğulu da olsa bir cama sevgiyi çizmektense düşman belletilen bir ömrü, beş yüz milyona gözünü kırpmadan vuracaklar ne kadar da çokmuş.

Tinercilere, kabadayılara, zevk için insan öldüren canilere, çetelere, …., bırakılmasından hicap duyulmayacak, ha jandarma, ha polis kimin çektiği ne fark ettirecekse klibi, posteri, videosu satışa çıkarılan katille devletin kol kola görüntüsünde lime lime dökülen, yıkılan kutsal vatanın aşağılandığını anlayamayacaklarla dolu bir ülkede yaşamak nasıl da ağır bir yükmüş.

Omuzlar da “gerçek uygarlık insanın yüreğinde değilse, hiçbir yerde yoktur”u gördüğünden, suikastın sorumlularından tek bir insanın istifayı düşünmemesiyle vicdan bulunmadığı kanıtlandığından, çökermiş.

Kurtlar sofrasında hüzünlü karanfillere mahkum ettirilen, o delikli ayakkabılarda birlikte üşüyen, artık “ağlama iki gözüm, biraz daha dur” da demeyeceğiniz bu hayatlar bizimse, Ermeni, Türk, Kürt, Yahudi’ysek kimi ne ilgilendirir ve de kime neydi ki’yle, sevgililer günü afişleriyle donatılmış sokaklara, şehirlere sığamazken daha, daha, daha karanlıkta sevgisizlikleri parıldasın diye güneş yıldızlara, dünyaya küssün istiyorsunuz.

Sende tanıklık ettirilmiştin 16 Mart, Çorum, Maraş, …, katliamlarına, Madımak’ta yakılanlara, Susurluğa, Şemdinli’ye, savaşa, katledilen meslektaşlarına.

O yüzden “Gemliğe doğru, denizi gördüğünde, şaşırmayacak”, herhangi bir güvercin kadar da yabancıyken insanlara, inanarak mı yazmıştın “güvercinlere dokunmazları” serçelerin boynunu koparanların ülkesindeyken.

Ne demiştin yüreğine elini koyarak “ama, bana sorarsan bırak, kalsın, burada gömülsün.”

İnsanlar konuşuyorlar. Dışarıda kar yağıyor.

Gülsen FEROĞLU
08.02.2007                    

You may also like

Yorum Bırak