Bir Şarkıya Denk Geldim Hevalım

Gülsen Feroğlu

Elbette gülünün solduğu akşamdı. Ve devasa kulelerden görünmese de denizle oynaşan sabahın aceleciliğini, öğlenin yakıcılığını üstünden anca atmış durgun bir akşam güneşinin altında; her hak arayışını teröristlikle adlandırıp terör uygulamış devlete isyanlarına isyan edilmiş Kürtlere, illerine ait ne varsa; TOMA’lı caddelerde lastiklerin, iş makinalarının yandığı, molotofların, taşların atıldığı Hakkâri’nin, Muş’un yerini almış bir İstanbul, Ankara, İzmir vardır, bilirsiniz.

Yıllardır devletle birlikte ötekileştirilmişlere isnat edilmiş korkunç suçu işleyen isyankârlarla dolu sokaklarda; Hakkâri’dekilerin, Muş’takilerin yalnızlığına karşın önlerinde, yanlarında kendilerine siper ünlü sanatçılar, işadamları, yazarlar, çizerlerle yürüyenler, yürüyenler….

Hayatın bir noktasında her insanın illa ki deneyeceği; bazen ölüm de getirdiğinden gözyaşı, kan akıtmış isyan; başlangıçta bir kelimedir belki ama bir kelime değildir.

Kalkışmaya karar eşiği aşılmaya görsün öylesine bir büyüleciliğe bürünür ki ateş topu olur; hakikat de dahil ne, kim gelirse önüne katar, atar yangınlara.

İşte bu büyüdür ta 18 Mart 1871’de; 16-18 saat boğaz tokluğuna çalışan Paris komüncülerini, Bismarck Almanya’sına karşı savaşsınlar diye silahlandırmış burjuvaziye başkaldırtan.

Kiraları düşüren, giyotini kaldıran komüncüler; 70 günün sonunda arkalarında Paris barikatlarında katledilen 30, idam edilen 20 bin kişinin naaşı üstünde yükselecek demokrasi idealini bırakacaklardı Fransa’ya.

Çalışma saatlerinin kısaldığı, idam cezasının kaldırıldığı, ifadenin özgürleştirildiği bugünkü Fransa’dan bakıldığında; ezilmek istemediklerinden isyan eden Komüncülerin uğradıkları vahşet nasıl da kavranamaz, nasıl da bir dayanak vesilesidir; yönetimde, ailede, okulda, işte, kışlada; ne düşündüğü, ne istediği gaile alınmayan ülkelerdeki bireylerin isyanına.

O ülkelerde bu kâh devlet, kâh lider, kâh baba, kâh öğretmen, kâh patron, kâh eş olur, köle efendi ilişkisinin egemeni; kişilerin, diktelediği şeylere uymasını, inanmasını bekler.

Belirlediği doğruda, vicdanda, adalette mutsuzluğu nankörlükle de ithamlayacak efendiye adanmış yıllar cana tak ettiğinde; kendi doğrusunu doğru, etnik kökenini köken, dinini din, otoriterliğini ideal sistem dayatan efendi her kimse ona isyan artık kaçınılmazdır.

Bir kez dinleseydin, bıraksaydın da berelenip, yaralanarak kendim bulsaydım; taşa takılmamak için yola dikkat etmem gerektiğini figanlı isyan; o anda; bazen yıkılış, bazen terk ediş, bazen kopuş, bazen savaş, bazen bir şarkı olur, bazen de ölüm. İsyan şiddetin dostudur da.

Zira isyan edilene ufak ufak biriktirilerek çoğaltılmış kin, öfke öyle akıl almazdır ki yakılsa, yıkılsa, parçalansa onu simgeleyen her şey ancak huzura kavuşulacaktır.

Her isyanda, her devrimde bir süre sonra zulmüne karşı çıkılanı, lime lime ederek ezme; haklılığına yüzde yüz inanan isyancının ya da onu temsil eden yeni efendinin kucağındadır.

1789 Fransız ihtilalinde de Devrimi koruma, kollamayla içirilen giyotinli iksirde saklıydı, isyancının zulmü. Fransız ihtilali, Paris Komünü vari bir devrimi Türkiye’de öznel, nesnel şartları bir türlü bir araya getirip işbirlikçi burjuvaziye karşı yapamayanlarsa, 1970, 1990, 2000’li yılların Berlin duvarlı dünyası, Arap baharlı isyanlarla yıkıldığında; biraz peynir, kavun, bir büyük rakılı masanın başında devrimin ayak seslerini duymak isteyeceklerdi; her başkaldırıda.

Dünün devrimcileri niyeyse bugünün seçkincisi, statükocusu olacak; Türkiye gibi sürekli bir ergenlik halinde gezineceklerdi.

Öyle ki kent yaşam alanlarında söz hakkı isteyenlerin Gezi Parkındaki sivil itaatsizlik eyleminden “Devrim demek geçiyor içimden… Devrim bu, devrim!” güzellemeleriyle Devrim devşirmeye kalkışacak, eylemcileri de “ 90 gençliği; bir cevher” fotoğrafları, tweet- retweetleriyle selamlayıp, Hollywood efektli romantizmle de çok iyi cep telefonu, Ipad, Twitter, Facebook kullanan çoğu plaza çalışanı, borsacı, öğrenci Y kuşağını yere göğe sığdıramayacaklardı.

Oysa Facebook’u, Twitter’ı, Google’u bulmuş, antikapitalist Wall Streeti işgal eylemini yaratmış, bireyin özgürlüğünü kutsamış kuşakdaşları yanında kendilerini yetiştiren ebeveynlerinin, totaliter devletin değerlerini kabullenmiş ister Y, ister X, ister Z, isterse de ekstra W kuşağı olsun fark etmez; hepsinin de ne kadar benmerkezci, ne kadar duyarsız, ne kadar kes yapıştır, kopyacı, aşırmacı bir orantılı zekâya sahipliğini açığa çıkarmış yıllar yaşanmıştı; Türkiye de.

Bilhassa da Y kuşağı; onlar; 17 yaşında idam edilen Erdal’ı, darbelere, işkencelere, idamlara, güvenlik soruşturmalarına maruz kalmış Gençleri, katliamlarla dolu tarihlerini “Hatırla Sevgili”, “Bu Kalp Seni Unutur mu” dizilerine konu olduğunda öğrenmemişler miydi?

Yıllarca ötekilerin yaşamlarına, kimliğine, mezhebine yapılan müdahalelere ses çıkarmamış ülkenin bu el, gül bebekleri müdahale kendi hayatlarına, parklarına, içeceklerine yöneldiğinde ancak özgürlüğü, demokrasiyi hatırlayıp, polisin orantısız gücüne karşı çıkmamışlar mıydı?

Pek çoğu yanı başlarında; dağa çıkartacak biber gazlı, panzerli devlet terörünün tecavüze varan uygulamalarına karşı bedenlerine, kimliklerine, anadillerine özgürlük için mücadele eden, hayatlarını yitiren adaşları Kürt gençleri tutuklandığında; bırakın demokratik haklarını savunmayı “ hepsini vuracaksın” ırkçılığıyla saldırmışlardı sözlüklerde, Twitter’da, sokakta.

İşin özü aydınlar, aleviler Madımakta yakılır, bir asır yok sayılmış Kürtlere de istenildiği kadar atıla bilinirdi lakin kimsenin haddine değildi onlarca haksızlığı, katliamı seyretmiş beyaz Türklere, çocuklarına TOMA’yla gaz bombası, boyalı su atmak.

Atılırsa…cidden de Türkiye Türklerinmiş be hevalım. Hele de rant ekonomisinde, heba edilen şehir ihalelerini, arsalarını alanlardan, demokrasinin gelişmesini engelleyenlerden değilmişçesine; oturdukları villalar, siteler, rezidanslar için milyonlarca ağaç katletmiş, sahiller kapatmış darbesever üst sınıf beyaz Türk zenginleri ile AB düşmanlarının gezi parkı isyanını omuzlamaları yok mu? Gel de ölme. Yardımlarıyla kurulan “Devrim market” le komün hayatının tesisinin devrimle, Paris Komünüyle nasıl bağdaştırıldığıysa …..….. neyse daha fazla kurcalamayalım di mi?

İnternetin bulunmasının başlı başına devrim sayıldığı bu dünyada eğer devrim eski değerlerin yıkılmasıysa; devrim; belki de önce iliklerimize işletilen hâlâ hâlâ hâlâââ yapılan/yaptırılan farklıyı terbiyeye dayalı Kemalist ideolojiyi dışlayarak içimizi yenilenmek, eksiliklerimizi ciğerimizden söküp atmaktır.

Bunu yapmadıkça hiçbir yere varılamayacağının kanıtı da ‘yaşam biçimime müdahale edip kendisine benzetmek istiyor’la başkaldıranların alanlarda, caddelerde yaşam biçimini, giyimini, düşüncesini beğenmediklerini linçleyerek, kendilerine benzetme refleksleriydi.

Sesi duyulmayanların dili olan bir isyanda bile farklıya tahammül ettirmeyen, karşıtını kolayca “cahillikle, koyunlukla“ suçlatan uçsuz bucaksız nefretle nasıl bir arada yaşar ki bunca insan.

Herkesin decalle karşı olup kimsenin tiranlığa karşı çıkmadığı ortamda; “Her değer başkaldırı getirmez, ama her başkaldırı bir değeri çağrıştırır sessizce “ demiş ya Camus, o değer “ne tanrı, ne efendi” istemeyen orantısız demokrasi, özgürlükse; ikiyüzlülüğü bırakıp böyle birbirimizi kırdığımız, günahlarımızla hesaplaştığımız günlerin sonunda mı gelecektir demokrasi ?

Bir kez daha yalanın, hakikattin içiçeliğinde herkes, her kesim “emrü ferman padişahımındır”lı köleler ararken ‘ kim bir efendi ister ki’ye 140 karaktere takılmayan onlarca “ sahip geliyorummm” sesleri.

Dışarıda da cevval bir yazın ilk demleri. Yelkovan yerinde durmuş reddediyordu geceyi; oradan geçiyordum… bir şarkıya denk geldim hevalım … şarkı söylüyordu BİRİ… olduğum yerde kalakaldım… bir an “Cennettin fethine çıkan”lara karışmış Ethem Sarısülük’ü, Şerzan Kurt’la gördüğümü sandım, … eşlik etmek istedim BİRİNİN o şarkısına… içimde ukde kalmış ezilenlerin gülümsediği bir türküydü devrim…vaz geçtim.
Gülsen FEROĞLU
28.06.2013

You may also like

Yorum Bırak