Dizimdeki Sıyrığı en Büyük Acı Sansaydım

Gülsen Feroğlu

Her “evet”in arkasına kuşkulu bir belki ya da çaresizliği yansıtan bir “hayır”ın takıldığı günlerin akşamında, işten, okuldan eve dönüşte, bezgin insanlarla dolu bir araç kim bilir kaçıncı kez aynı caddeden geçmektedir.

Kim bilir kaçıncı kez, aracın radyosundan akacak güzel bir ses, arka koltukta oturanın mevsime göre değişen “Enayi yerine koyuyor insanı.Babası yetiştirmiş, doğalmış, kilosu 8 milyon. İyi de Meksika fasulyesi mi bu.Meşhur Peynirci’de, Çağdaş’ta kilosu 1.79 TL ….” sözcüklerini bastırıp umulmadık bir şarkıyı “Bakışından süzülen işvene kurban olayım”ı dolandıracaktır koltuklar arasında.

Böylesine sevip, sevgisini de böylesine kelimelere dökecek birisi yaşamış bu ülkede de karşılaşmamışız, ne yazık iç çekmelere sebep o şarkı, bir tür flash bellek olur da sizi yaşadığınız zaman dilimden alır, ilk duyduğunuz güne götürür.

Çocukların babalarının içtiği depozitolu bira şişelerini bir nevi kumbara olarak kullandığı o günlerden aklınızda kalan, beyaz dantelle örtülmüş radyoda çalan şarkılara eşlik edilirken bakkalın yıllanmışlığı üstüne yemin edip 1 TL’ye sattığı ucuz Çubuk, Buzbağı şişesinden şarap, çay, su bardağından da rakının içildiği bir mekandır.

Eskiden olsa içiniz cız eder, aracın camına “tıp, tıp” vuran bir, iki minik damlayla yağdığını anladığınız sonbahar yağmuruyla savrulan sarı, kızıl yapraklar, sokak lambalarının, araba farlarının ışıl, ışıl ettiği asfalttaki renk cümbüşü, uzun yolculuklara çıkarırdı sizi, yanınıza kendinizi bile almadan.

Şimdiyse hani cerrahınız “Ucunda ışık gözükmeyen bir tünelin içindesiniz. (İyi ki ucunda ışık gözükmeyen bir tünel var da her vakaya örnek gösteriliyor) Göğsünüz alınacak.Hemen kemoterapi (KT) ” muayenehanelerde karşılaştığınız kanser hastalarının rahatlıklarının nedenini de kavratan “Bu anti depresana; Cipralex’e hemen başlayın” demiş, ışığın hangi aşamada gözükeceğini düşüne dururken de hızla yazdığı “ Sayın Prof. ….. Sol meme ca. En büyüğü 35 mm. Muhtemelen metastatik.

Mastektomi öncesi primer KT, çok faydalı olur, ne dersin “ notunu elinize tutuşturuvermiştir ya işte, yönlendirdiği o onkologun ne diyeceği muamması başınızı ağrıttığından, o şarkı da yalnızca önünüzde hiç bir işe yaramayan, kocaman bir yığın oluşturmuştur.

Kocaman yığınınızla tıp dünyasına beklenmedik dalışınız sadece Hipokrat yemininin “Para, para, para”lı NAPOLYON andına yengisini ispatlamakla kalsa amenna. Üstüne de yüzlerce çarpıklık, çapsızlık arasında adeta kaybolmuş ülkede yaşamak başlı başına stres, üzüntü kaynağı değilmişçesine, her hastalığı, her şeyi “stres”e bağlama kolaycılığı yüzünden, erken teşhisle iyileşebilecek yüzlerce hastalığı araştırmadıklarından, yıllarca kapılarını aşındırmalarına rağmen göğüslerindeki tümörü yine kendileri fark eden kadınların, sizin yarınınızı belirlemiş doktorların bolluğu eklenince, öyle bazı doktorları falan tenzihe bile lüzum hissetmeyeceksinizdir.  

Zaten de Türkiye Cumhuriyetinde ikame etmiş yedi yaşından gün almamış her çocuğun körpe dimağına, büyük bir yeisle nakşedilmiş “ Saat 9’u beş geçe, Atam Dolmabahçe’de, ……., ….., Doktor, doktor kalksana, Lambaları yaksana ………” şiirinde, lambaların gündüz yanmasına niye gerek duyulduğunu bir kenara itip, vatanı kurtaran “Ata” elden giderken uyuyabilen, çaresine bakmayan doktor imgesinden midir, tanıdığınız ilk doktor Nevada tepelerine kurulu Coluver Kalesinde görevli vahşi batının en hızlı silah çeken rancer “Tommiks”in arkadaşları Konyakçı Doppio’nun kankası doktor Salasso’nun beceriksizliğinden midir ya da işkenceyi meşrulaştıran, kanser hastası mahkumlar Gülerler, Erollar, Sametler için de “İçeride kalabilir”li sağlık, haksızlıkları geçerli kılan adli tıp raporları düzenleyen, darbeye girişimden tutuklanan generaller, profesörler içinse kalıbına uygun hastalıklar icat eden doktorların varlığından mıdır, bir türlü güvenememişsinizdir doktorlara.

Yoksa sponsoru ilaç firmasına, hastaneye, laboratuara para kazandırmak adına başta diyetle geçebilecek kolesterol, tansiyon, şeker olmak üzere her hastalığa ilaç, basit bir soğuk algınlığına gözde antibiyotikleri; Augmentin, Amoklavin, her önüne gelene Lustral, ….., Xanax yazarak ilaca bağımlı bir toplum yaratan, ilgisiz ve pahalı yüzlerce tahlil; …., MR’lar, …., tomografiler, …., isteyen, gereksiz cerrahi operasyonlar yapan, Cumhuriyetin imtiyazlı üç meslek “Tıbbiye, Mülkiye, Harbiye” erbabından biri doktorların, hayatı para, muayene, ev üçgeni algıladıkları önyargısı mıdır, sizi, onlardan soğutan.

Yoksa, yoksa devlet, üniversite hastanelerinde dışarıya kadar uzanmış kuyruğa girip polikliniklerde hastalığınıza teşhis konana kadar ordan, oraya sürünmektense, hem devlet, hem de özel sektörde çalışabilen bir doktora uğrayıp 3, 4 haneli para ödedikten sonra ertesi gün aynı hastanede kapılarda karşılanacağınız bir düzende, ameliyatta gerekiyorsa “Hastaneyi ayarlarız, ben de el emeğimi alırım”la ülkeye özgü “bıçak parası” alıp, kazançlarının da ancak %1’ini vergilendirmeleri midir sizi, doktorlardan uzaklaştıran.

Doğrusu hangi meslekten olursa olsun bilginin, dirsek çürütmenin, bir karşılığı olacak, olmalıdır da. Ama maalesef iş artık emeğin karşılığını almaktan çıkıp açgözlülüğe, her meslek grubunda çeteleşmeye kayıp, insana ait hak ihlalleri, saygısızlık bu ülkede mubah hale getirildiğinden ”3 milyar kelle primini almak için çok sayıda masum insan PKK’lı denilerek öldürüldü. Bunların içinde dağdaki çoban da vardı” itirafı da kimseleri öyle dehşete filan da itmemiştir.

Eğer ceset başına para alınması manşetlere taşınmamış “Koca devlet bu vahşete nasıl izin verebildi. Nerede kaldı insanlığımız” tepkileri de verilmemişse; marangozculuk, terzilik, subaylık, askerlik, gazetecilik dahil tüm mesleklerde etik kurallar, uluslararası normlar gözetlenerek, layıkıyla işini yapma yükümlülüğü iç edildiğindendir.

Onun içinde hastaların soru sorumasından haz etmeyen hastanelerdeki monarşinin kralı, kraliçesi doktorların, prensi, prensesi hemşirelerin maaşları şu ankinin yüz katına çıkarılsa da televizyonlarda “Doktorum” programlarında birer melek kesilmiş, olamayacakları Dr.House modundaki doktorlarla karşılaşma olasılığı; meslekler keyfi icra edildiğinden yüz binde sıfırdır.

“Ne olacağım” kaygısındaki hastalarsa koskoca bilim adamlarının çözüm bulamadığı hastalıklarının dermanının kendi ellerinde olduğunu söyleyen moralin, iradenin gücünü abartıp tüm sorumluluğu üzerlerine yıkan doktorların mahkumudur.

Bu duygularla bir gün karşısında oturmayı asla düşünmediğiniz onkologun odasına annenizle birlikte girersiniz. Artık, sıfır noktasında yaşadığınızdan “Ölecek miyim doktor”la başlarsınız söze. Gülümser, uzattığınız cerrahın notunu okur. Annenize döner “Kaç yaşındasınız ?” Hastanın siz olduğunu öğrendiğinde “ Kanser size yakışmamış” der. “Kanser kime yakışır ki” diyemezsiniz.

Devam eder “Şanslısınız. Karşımda göğsünüz alınmış oturuyor olabilirdiniz. Ben de dayardım kemoterapiyi. Önce neoadjuvan KT deneyeceğiz.Böylece ilaçların iyi gelip gelmediğini de göreceğiz. 21 günde bir KT alacaksınız.Tümörün küçülmesine göre ameliyattan önce 3, 4 kür. Sonra da 6 kür daha. İstanbul’da 1 kür KT 1000 Avro.Ben 1 kür için 500 milyon …….”

Onkologun meme kanserine yakalanmış her 8 kadından birinin sahipsizlikten, parasızlıktan boş yere göğüslerinden olduklarını, hatta ve hatta kobay kullanıldıklarını sıkılmadan bu kadar kolay açıklaması neredeyse dudağınızı uçuklatacaktır. Bir de Bas bas bağırıp durmuyorlar mı; hastalıkların kaynağı üzüntü, stres uzak durun diye. Kimsede isteyerek üzülmüyor ki. Hastalığınızın tedavisi için gereken parayı nereden bulacağınızın endişesi “stres”e girmenize yetmiş de artmıştır. Sizi en başından çıkardığı faturayla öldürmüştür de, umuru olmamıştır.

Herhangi bir doktorun kan tahlillerini, biyopsileri bir kenara itip söyleyeceği, hemencecik inanacağınız “Tahliller karışmış, kanser değilsiniz” yalanına hasret, yorgunluk, sık sık grip hariç klasik meme kanseri; şekil bozukluğu, …., ucunda akıntı vb. belirtilerinin hiç birini göstermeyen bedeninize kızar, kendinizi eve zor atarsınız.

Aynada kireç gibi bir surat. “Doktor nasıldı”, “İdare ederdi” dersiniz. Bilememişsinizdir ki doktor nasıldı ? Tekrar, tekrar “ ………Pataloji laboratuarı , TANI: 1,2,3 invaziv duktal ca ( sol meme, 3 ayrı lezyon) ……………) raporunu okursunuz.

Tam şuranızda bir yer acır; ama “Tam şura”yı gösteremezsiniz bir türlü. “Ne yemek istersin, yapayım”lar, mutfakta gizli “Kaçıncı evreymiş, ne diyorsun”lu konuşmalar, belki dağılmasını istemediğiniz kafanız dağılsın diye anlatılan “ İlkokul bir de başlıyor aşk, meşk işleri.

Sıra arkadaşı Efe, bugün İdil’e “Sana aşığım“ demiş. Nasıl korkmuşsa yavrum “Anne, bana aşık olacağına keşke bir köpeğe olsaydı” demez mi…”ler arasında herhangi bir yıldız kadar yabancısınızdır dünyaya, her şeye, her kese. Söyleyemediğiniz tek isteğinizse yalnız kalmaktır.

Yalnız kalınca sanki içinizdeki yabancıya ”kansere” daha kolay alışacakmışsınız gibi gelir. Yatağınızda, dizlerinizi kollarınızla sararsınız. İçinizde yüreğinize saplanmış hançer dönüp durmaktadır. İsyanınız boşadır. Neden sorusu cevabını yitirmiştir.

Siz her şeyi unutmak için uyumaya çabaladığınızda bu defa da zıvanadan çıkmış beyniniz durmaz. En çok ihtiyaç duyduğunuz; öyle ahım şahım bir yakışıklılığı olmadığı halde bağlandığınız, her sabah kalkar kalmaz bir lokmanın ardından “Bırak, bu zıkkımı duyana kadar en az 2 tane zıkkımlandığınız” yıllarca kahrınızı çeken nerededir ?

Her şey tepetaklak, lanet dumanı da içinize çekmek isterken nerededir, yanı başınızda hep var olmuş sigara paketi, çakmak ? Öyle azaltarak gideyim, yok efendim günde 3 taneye düşüreyim diye bir şey olmadan “onu” hemen terk etmek zorunda bırakılmak. Bu çok, çok, çok ağırdır.

Uyuya kalayım diye televizyonun sesini açarsınız. Kanserli tümörün 1 mm olması için 8 yıl mı gerekiyormuş. Çok komik, çok ta teatral ya.Yıllarca dünü bitiren, bugün için acelesi olmayan kanserin memenizde olduğunu bilmeden ne deliksiz uykulara dalmışsınızdır da şimdi….

Kitaplar, dergiler aldım, okudum ” Keşke çocuk kalsaydım da dizimdeki sıyrığı en büyük acı sansaydım” vari beğendiğim cümlelerin altlarını çizdim. Çalıştım, didindim de ne oldu? Al işte, değiştirmeye uğraştığın ne varsa hepsi yerli yerinde. Vaktin kaldıysa buyur; barış de, ana dilde eğitim de, Kürt de, Alevi de, kendine ait bir ev, bir oda, bir çocuk, bir şarkı de, de, de, de…

Aile efradı uyuyup uymadığınız kontrol edeceğinden yatakta nefes almaya çekinir, yastığınızı şekilden şekille sokarsınız. Yok, uyku tutmaz.

Herkes uyuyunca kalkarsınız. Bardağınıza damacanadan su doldurur, elinizin tersiyle silersiniz ıslanmış dudaklarınızı.

Pencereden gündüzün tortusunu bıraktığı kimsesiz, yorgun sokağa bakarsınız.

Uzaklardan havlar bir köpek. Karşı apartmanda son ışık söner. Pencereyi açarsınız. Buz gibi hava doldurur odayı. Titremezsiniz bile.

Gece sizi bir tül perde gibi sarar, Ankara da herhangi bir şehirlerarası otobüsün penceresinden usulca uzaklaşıyorken ”Ne güzeldir yollarda olmak şimdi.”

Yolun başında kimdin….Unutursun.

Gülsen FEROĞLU
08.10.2010

You may also like

Yorum Bırak