Bence Cumhuriyet Balosunda İik Dansa Kalmayıp

Gülsen Feroğlu

Belki de sen, herhangi bir yerde soğuğa aldırış etmeden, üstüne aldığın ince hırkaya biraz daha sarılıp “Herkes ama o asla.. yapmamalıydı”yla aklındaki fotoğrafları bulanıklaştırırken, sizde, nihayet, özellikle gençlerin her konuşma sonuna ekledikleri “Çok iyi de oldu, çok güzel iyi oldu taam mı?…. Ha nasıl garışamaz; ben bu şekkil giyinirim, bu bayan şu şekkil giyinir, şu şekkil giyinir…..” monologunu Youtube’da seyrediyorsunuzdur.

Sen, umutsuzca debelenirken, her saniye “Türbanlı görmeyeyim kan beynime sıçrıyor. Bunlar var ya bunlar …” sağnağına maruz siz “Neyin eksiktir ay balam, Türbanı yazanlardan”la çoktan klavyenin başına geçmişsinizdir.

Şimdi şeytan ne kadar dil, dökerse döksün yasak olmasaydı da Hava anamız cennetten kovulacağını bile bile yine de yer miydi elmayı, bilinmez. Ama tarihsel deneyim hayal gücünü, yaratıcılığı sınırlayıp, ilerlemenin önünü tıkayan her yasağın (Misal, kiliseye göre dünya düz bir tepsiydi. Aksini düşünmek yasaktı. GALİLEO’nun ilham kaynağı KOPERNİK, engizisyondan korkup çerçevesi belirlenmiş düşüncenin dışına çıkmasa, dünyanın, diğer gezegenlerin güneşin etrafında döndüğünü bulamazdı.

EİNSTEİN’da genel görelilik teorisini geliştiremez, aya gidiş de 3000’li yıllarda gerçekleşirdi.) beraberinde getirdiği niye, neden sorularına tatmin edici cevap alamayanların huzursuzlaşarak, bir gün, mutlaka, yasağa başkaldırdığını göstermiştir.

Kurulu ya da kurulması istenen sistemlerden sorumlu birilerinin “Şu, şu, yasak. Bu, bu, günah, yapma”yla çizdiği çizginin ötesine geçmenin cezp ediciliği. Dayanılmazlığı. İzin verilmeyeni, ‘yapma’yı yaparak, yasaklayanın otoritesini çizmenin, gücü ele geçirmenin hazı. Çizgiyi aşmaya kalkışmayanların anlayamayacağı, anlayanında anlatamayacağı bir şeydir.

“Başına belaya sokacaksın” çıkışlarına “gitme”li ağlamaklı bir sese sırtını dönüp, yasak ana dilini konuşarak, köyünü, şehrini yasak ismiyle anarak, personele yasak bir kapıdan girerek, yemekhanede üst makamlara ayrılmış bir masaya oturarak, yasak bir nesneyi takarak yasağı delenin, yasağa uyana üstünlüğünü de içinde barındıran yasağa direnmede insanı ayakta tutansa, doğası gereği dinle bitişik dursa da dini reddetmekte dahil kendini tanımlamanın yollarından birisi olan inançtır.

Bazen bütün dünyaya karşı tek başına kalmayı dayatan, uğruna aşağılanmalara katlanılan, mahpus yatılan, sürgüne gidilen, dağlara çıkılan, ölünen, öldürülen inancının doğruluğundan öylesine emindir ki insan, diğer tüm seçenekleri, “Hiçbir inanç bir şeyi gerçek kılmaz”ı da dışlar.

Bir ideolojiye, bir dine, bir siyasete, bir projeye, bir partiye olan inancına inanmayanları varlığına tehdit algıladığından, inanmayandan öfkesini çıkarmayan, kendini sağlama almak için ikna, asimile, yok etmeyi kullanıp yasak koymayan bir inancın olmadığını da göremez.

Acaba kadınların kaymakçı dükkanına girmemesi, erkeklerle kayığa binmemesi, başı açık gezmemesi benzeri onlarca yasakla hayatın nasıl yaşanacağının kurallara bağlandığı İmparatorluktan sonra kurulan ülkede, çoğu üst, alt makamda da olsa İmparatorlukta yönetici sınıfla ilişkisi bulunanların; ne giyilecek, giyilmeyecek, başa ne takılacak ‘takılmayacak’la hayatın nasıl yaşanması gerektiğini belirlemeye devam etmeleri, yeniledikleri ideolojilerine sonsuz inançlarından mıydı ?

Faşizmin ayak seslerinin duyulduğu dünyada, köhne İmparatorluğun alternatifi bir kompleksler bütünü olan batılılaşmayı giyim, kuşam benzerliğine indirgediklerinden, şapka takmak istemeyen 78 kişinin (Biri de Erzurum’da bohçacılık yapan Şalcı bacıdır.) idamları, Rizelilerin “Atma Hamiduye atma! şapka da giyeceğuk, vergi de vereceğuk, askere de gideceğuk”lu merhamet dilemeleri, her karşı çıkışın ‘isyan’ sayılıp cezalandırılması da belki kurdukları düzenin en iyisi olduğuna inanmalarındandı.

Şapkaları ithal edip bir aylık maaşa satanların haber yapılmadığı Cumhuriyette; artık rol model şapka takan, takım elbise, tayyör giyen, Türkçe konuşan, yazan, anlamadığı operayı, baleyi izleyen, vals yapan, kütüphanesini doldurduğu ama okumadığı …., ROUSSEAU, …, Andre GİDE, …, Oscar WİLDE’dan alıntılar ezberleyen, birkaç Fransız, İngiliz sözcüğü konuşma aralarına serpiştiren, burjuva devrimi hakkında bilgisi “Ekmek yerine pasta yesinler”le sınırlı kadın, erkektir. Başını örtmek dincilik, Kürdüm demek bölücülük, özgürlük, eşitlik istemek komünistlik, hepsiyse hainliktir.

Görsel düzenlemelerle moderniteyi yakalayacaklarına kesinlikle inandıklarından ”Biz de Müslümanız. Kuran’da başı örtme yok. Nur suresi 31. ayet “…… zinet yerlerini göstermesinler……” de ifade edilen “….zinet yeri saç ve gerdanları değil göğüsleridir”le dini de yorumlayıp, kendilerinin doğruluğunu, diğerlerinin yanlışlığını ispata yelteneceklerdir.

Ancak, o güne kadar saçının bir tek teli gözükse cehennemin sönmeyen ateşinde “Kafirler gibi yanacaksın”lı şeri yasalarla, yasaklarla çevrelenmiş Müslüman bir kadının başını açması, dininin emirleriyle çatıştığından çokta kolay değildir.

Böyle, böyle kaynaştırılmış, fevkalade bahtiyar, laik yıllar muasır medeniyete bir an evvel ulaşmak için darbelerle birlikte devrilir, çarşıda pazarda, kamusal alanda görülen baş örtülüler, kara çarşaflılar zararsız, anarşistler, devrimciler, azınlıklar zararlı addedilirken, her zamanki gibi yeni tehlikeyi; irticayı, kimsecikler fark etmemişken, şipşak fark etmişlerin, arada sermayeyi de paylaştırdıkları 28 Şubat darbesiyle başlar türbana yasak, irticaya mücadele. Sıkı bir “asimetrik ve psikolojik” savaşla takandan ziyade takmayanı rahatsız eder hale getirilir kimine göre Türban, kimine göre başörtüsü.

Göze batmazken, göze batırılan ‘türban’la, Dünya Ekonomik Formunun 2010 yılı cinsiyet eşitliği raporunda kadınların erkeklerle eşitliğinde 136 ülke arasında 126, kadının istihdam içindeki payında 125.inci sırada yer alan ülkede; önce kadınlar birbirine vurdurulacaktır.

Gerçekten özgür bir kadının kendi isteğiyle türban ‘takmayacağı’yla değersizleştirilen, takanı da mükemmelleştiren bir şeymişçesine “Şuna bak başını kapatmış.Yüzünde bir ton makyaj.Erkek arkadaşıyla el ele geziyor”la günah olmayanı da günahlayan, kendini çağdaş, laik Türk kadını niteleyen bir kesim; türbanlı “First Lady”ler görmektense ordu dipçiğine, türban takacaksa hemcinslerinin okumamasına, sokağa çıkmamasına bile razıdır.

Bu ekseriyeti yönetimde söz sahiplerinin annesi …, kardeşi, …, eşi, …,olan burjuva, küçük burjuva kadınlar, kendilerini; pek bir bilgili, pek bir hoş, pek bir aydınlık kafalı, pek bir çağdaş, pek bir Türk, pek bir Atatürk kızı olarak iyi, güzel gördüklerinden, eğitim düzeyi yükseldikçe kendilerine entegrelerini bekledikleri üniversite okuyan hemcinslerinin türban takmalarını içlerine sindiremeyeceklerdir.

Alevi, azınlık çocuklarına zorunlu din dersinin verildiği, nüfus cüzdanlarında din hanesinin bulunduğu, Diyanet İşleri Başkanlığının işlev gördüğü ülkenin cidden de laikliğine inanmış, farkında olmadan “Cumhuriyetimize, laikliğimize sahip çıkmalıyız! ……! Vatan elden gidiyor! ….!” korumalı klişelerle devletine, rejimine güvensizliklerini de ibrazlamış, demokrasiyi ağzına almayan bu kadınlar, aslında türban konusunda sınıflarına ait bir tutum sergilemektedirler.

Yöneten ‘sınıf’lığını kaybetmemek adına her konuda, her alanda kimsenin samimiyetine inanmayarak yabancılaştıran, baskıcı zihniyetlerini besleyecekleri korkular, sanal tehlikeler yaratıp, o tehlikelere karşı döşedikleri savunma hatlarını, yasakçılıklarını kılıflayan hakim, erkek unsurlardan öğrendikleri; Kürtler mi ayrılmak istemiyoruz diye noterden tasdikli belgede getirseler “Nihai amaçlarını, Kürdistan’ı kurmayı gizliyorlar. KCK buna işaret”, Ermeniler mi “Topraklarını geri isteyecekler”, Aleviler mi “Bakmayın sus, pusluklarına gün gelir….” , AKP mi son kale “HSYK’da düşürdüler. Şeriat’a az kaldı…”lı “Bunların aklında şu, şu var, bunu, bunu yapacaklar”lı niyet okumaları, onlarda, hemcinslerine uygulayacaklardır.

“İnancım gereği taktığımı zannediyordum.Meğer çok şeymiş; siyasi, dini simgeymiş de bilmemişim” diyen türbanlılara “Takiye yapıyorlar. Üniversite de türban ilk adım.Türbana özgürlük diye diye İran’laşacağız.Başını açanlara baskı yapacaklar”la karşılık vereceklerdir.

Bir parantezde burada açmalı. Bütün kararları erkeklerin verdiği Türkiye’de konu; okumuşundan, okumamışına aile içi şiddet ortamında yaşamını sürdürmeye çalışan kadınlarsa, görüş bildirenlerin %98’i erkeklerdir. Çünkü her yerde erk onlarındır. Siyaset de, din de erkeklerin işi olduğundan, iradesi hiçlenmiş kadınların zaten siyasi, dini amaçları olamaz.Türban da o amaçlar için takılamaz.Takanda bir elin parmaklarını geçmez. Parantez kapandı.

Batılı değerlere değil yaşama toz kondurmayanlar, sizler de eyleme geçmemiş düşünce yüzünden insanların mahkum edilmesine, suçlanmasına karşısınızdır değil mi? O zaman, madem baskı çok kötü bir şey, onca yıl niye “Kürt değil Türksün. Alevinin ibadet yeri cem evi değil camidir. Son kitap Kuran’dır. Hıristiyanlarda buna inanmalı……”yla insanlara baskı yapıp, faşizminizi bir tür faşizmle kapatıyordunuz.

Neyseeee, yokluğunda ne AKP, ne de CHP’nin olmayacağı türban sorunu Anayasa, AİHM kararlarıyla raftayken “…., Türbanı da biz çözeriz, ….”atağıyla dönüldü mü yeniden en başa.Yine, yeni bir şey söylemeyen “Okula başörtüsüyle girmeye çalışan ilköğretim okulu öğrencilerinden sonra , sırada çarşaflı öğrenciler, kamusal alan mı var”lı arşivden çıkarılan makaleler.

Yine canlı yayınlarda sorunların ‘nedeni’ne değil de ‘sonuçları’na yoğunlaşmış aynı kişilerle sabahlatan tartışmalar. Ortalıkta da herkesin kendine göre yaptığı çağdaşlık tanımı; “Türban takmak çağ dışılıktır.”, “ Türbanı yasaklamak, özgürlükten yana olmamaktır çağ dışılılık.”

İlla da takacağım diye tutturacaklara çene altında, üsten, yandan bağla, İran’daki gibi saçların ‘gözüksün’lü yol, yordam göstermeler. Tek yenilik muhtıra vermeden kalmış tek makamın Cumhuriyet Başsavcısının “Türban konusunda yapılacak düzenleme laikliğe aykırı”yla muhtıra vermesi.

Haydaaa, sorunu çözmeye talipleri aldı mı bir telaş.Türbanı çözsen bu defa hem Müslüman hem laik olunur mu sorunsalı çözüm bekler. Onu çözmekle de iş bitmeyecek. Yeni sorunsal; bin kusur sene önce yazılan kutsal kitaba göre yaşamlarını şekillendirenler mi, ateistler mi çağdaş olup, işi de iyice çığrından çıkaracak.

Halbuki siyasi kimliğini ortaya koyan Che baskılı t-shirt giyen, dinini açıklayan “haç” kolye takan biri gibi, türban vari eşarbı saçlarında aksesuar kullanan Sophia LOREN, Audrey HEPBURN gibi, türban takmak tercih meselesidir. Kişiye özeldir.

Onun için de Köşkte türbanlı eşle konuklar karşılanınca, türbanla üniversiteye girilince; ne Cumhuriyet yıkılır, ne kimse demokrasi öğrenir, ne özgürlük gelir, ne de Cumhurun resepsiyonuna sırf türbanlı eşi var diye gitmeyenler, çocukça “Türbandan kaçma krokisi” hazırlayanlar çağdaş olur. Ama daha yıllarca yok kamusal alanda takılmasın, yok hizmet veren, yok alan ‘taksın’la ağırlığı 100 gram etmeyen türban, tonlara vardırılan ağırlığıyla gündemde salınır, durur.

Günün sonunda da bencilliğine, yok saymacılığına karşın yine çağdaş, cici, eğitimli sayılacak başı açıkların alındığı Cumhuriyet balosunda hey siz, vücudunuzu saran Rita HAYWORTH tarzı, uzun eldivenli siyah elbisenizle pek bi zarifsiniz.

Bence ilk dansa kalkmayıp, onlarca yasağa, ötekileştirmeye kim, nerede bu kadar hata yaptı da bunca sorun, bu insanlar ortaya ‘çıktı’nın yanı sıra “Kime göre çağdaşsınız”ı da bir zahmet düşünseniz.

Hem nereden biliyorsunuz belki türbanlı da, başı açıkta her ikisi de herkes gibiydi de, herkes kendini herkesten farklı sandı. O yüzden de kifayetsiz kaldı tüm yazılar, yasaklar.

Durduk yerde kendimi sosyal tespitlere, analizlere mi verdim bilmiyorum. Oysa başka planlarım vardı bugün için. Belki sen de, o herhangi bir yerde bunları hiç okuyamayacaksın. Yine de “Çok iyi de oldu, çok güzel iyi oldu taam mı?………..

Gülsen FEROĞLU
03.11.2010

You may also like

Yorum Bırak