Güneşi Koluna, Takıp Gelsen ey!

Gülsen Feroğlu

Ne olsanız, suç sayılacak ülkede, “gün, ölümle başlatırken hayatı”, hiç, kimliğinizi, adınızı unutarak, sokaklarında başı boş dolaşacağınız, başka bir ülkede, yaşamayı, dilediniz mi ?

Bezdiniz mi, “eyleme geçen cahillik kadar, korkunç, bir şey yoktur” la izlediğiniz linçlerden, boğaz kesen gaddarlıktan, işgal görüntülerinden, rast gele kurşunlardan, biteviye aynı olayların tekrarlatılmasından, yıllarca duyduğunuz , daha da duyacağınız, ölüm haberlerinden ?

Üstelik, acımasızlıklarını gizledikleri tarih, “gerçekçi ol, imkânsızı iste”yle, 68 Mayısında, “s enin gibi düşünmüyorum ama, senin fikirlerini rahatça söyleyebilmen için, canımı veririm” güvencesinde; “yasaklamayı, yasaklayın”la statükoya, silahlanmaya, savaşa, ırkçılığa karşı, Joan Baez’le, barış şarkıları söyleyip, “koşun yoldaşlar, eski dünya arkanızda kaldı”yla yürüyenler, daha dün gibi, karşınızdayken.

Dünyadaki gelişmelerin de takibinde, Ülkenizde ki sefalete, kuşatılmışlığa karşı çıkarken, geçliğinizin engelleri aşacak kudretinde, “haytalar, hainler, anarşistler” damgalanmasına, “aman ha, dinlemezler” uyarılarına, “uslu durun, vakti geldiğinde, verilir haklar” tehditlerine, kulak tıkayacaksınızdır.

Zira, yönetenlerin hoşuna gitmek derdiniz değildir, aksine, toplum sağlıklı düşünse, susmasa, haksızlıklarla mücadele etseydi, “Ülke, böyle mi olurdu”yla, öfkelisinizdir. Sanırsınız ki, ideolojilerinden eminler, “bana karşı koyman cesaret değildir, kabullenmendir asıl, cesaret”le, en uç söylemden, eylemden, tartışmadan, çekinmeyeceklerdir.

Heyhat, gençlikte hayat, öyle taze, öyle yeni ve siz, öyle neşeli, meraklı, öyle en başındasınızdır ki, ölüm, nasıl da uzaktadır. Dünya elinizin altındadır ve sanki, “olmasaydınız” dönmeyecektir.

Sıradanlıktan, çevrenizden, konumunuzdan şikayet için, sayısız nedeniniz varken, yetişkinlerin “her şeyi bilmelerinden, nasihatlerinden“ sıkılır, içinizden “bunu da bilmese”yi geçirirsiniz. “Mümkünatı yok, anlamayacaklar” çırpınışlarında, “en mutlu sözcük bile, gülünç düşer, onu dinleyen kulak çarpıksa” baladındasınızdır.

Dürüstlüğünüzde, inanmazsınız, “ya tam susturacağız, ya kan kusturacağız”la, gençliği gençlere vurdurarak, bedenlerinizi “güzel günler görmek için”, savaştığınız vatan adına, kurşunlayacaklarına.

Aceleciliğinizde, emperyalizme başkaldırınızı, sizden görünerek, çıkarlarıyla kesiştirip, hedef belirleyen, denetleyecekleri tahrikleri, krizleri planlayan, bomba, silah sağlayan, düşmanınızla işbirliğinde ki, “kirli, karanlık prenslerin”, yiğitliğinizde, gençliğinizi yangınlara atacak, zalimliklerine de, inanmazsınız.

Oysa, aynı kumaştan tek tip siyah üniformayla, hepimizi birbirimize benzetip, komutlarla sınıflara yolladıklarında, farklılığıyla zenginleşecek gençliğe değil, kanunlarda belirttikleri “…….gençliğe” muhtaçlıklarında, kara tahtada, heyecanlandıran, “ Hangi çılgın bana zincir vuracakmış ? Şaşarım!” mısrasının, aruz vezninin “mefûlü/mefâîlü/mefâîlü/ feûlün”,“feilâtün/ feilâtün/ feilâtün/ feilün ” kalıplarından, hangisine göre yazıldığını soruduklarında ya da coğrafya sınavında, Ege ve Marmara kıyılarında zorlandığınız

Ülkenizin, haritasını çizdirdiklerin de sezmeliydiniz, “devlete karşı, hürriyet yoktur”la, tanınacak özgürlüğün ancak, boynunuzda ki, kolalı beyaz yaka kadar olabileceğini. “Padişahım çok yaşa”nın yerini alan, “devletten, daha mı iyi bileceksiniz”le, benliğinizi yargılayanlar, onlar gibi düşünürseniz, “cennet olacak vatanda”, siyahın, beyazın dışında, gökkuşağının renklerine izin vermeyeceklerini, ayrıca, nasıl anlatacaklardı ki ?

Tarihsel gerçek, “size de, gelir sırası”nı yadsıyarak, belki, politikalarını eleştirdiğiniz “Başbakanınızı, asanları” desteklediğiniz de, bir gün, belirlenen sınırın dışına çıkarak, taleplerini seslendiren, yandaş saydıkları da dahil, herkesi asabilen, tutuklayan, fişleyen, ebeveynlerinin vergileriyle, çocuklarını asan ipi alacaklar; değişmesi, paylaştıkları ranttın, egemenliklerinin yoksunluğunu getirecek, totaliter sistemin devamı için, rasyonel devleti yerle bir eden, “dokunmayan yılan, bin yaşasın” şark kurnazlığını genelleştirip, bireyin vicdanını körelttiklerinden, yarattıkları depresif, sevgisiz, “düşmandan çok, komutandan“ korkan toplumun, vicdanını da, trajedilere alıştıracaklardı.

“Topluma verdiğiniz değer, kendinize biçtiğinizle aynıdır”ın inkarında, gelir, eğitim, kültür düzeyini yükseltmedikleri halka, muhbirliği yakıştırırken, beyanatlarına, bildirilerine, yıllara meydan okuyan, aynı, cümleyle başlayacaklardı; “ devletin varlığını tehdit, yönetilemez durum”. 60’da “ asalım, ibret olsun”, 68 ‘de “asacaksın bunları, tek tek sallandıracaksın”, 78’de “asmayalım da, besleyelim mi”yle, gençlerine, aydınlarına kıyarken, darbe yapa yapa çıraklıktan ustalığa terfiliklerinde, açlıkla terbiye edecekleri etnik, dinsel, milliyetçi kışkırtmaya meyilli malzemenin çokluğunda, her, darbe de, bir sonrakinin koşullarını hazırlayıp, dünyanın akışını değiştirecek buluşu, “post modern darbeyi” bile, gerçekleştireceklerdi.

Vatanın birliği, geleceği ulvi amaçlarıyla, meşrulaştırdıkları darbelerin, vatanda “neden” bir şey değiştirmediğiyse, “bize, 3 darbe borçları var”la kesinleşecekti.

Kültüründe, geleneklerinde, ölünün arkasından konuşmanın değil, öldürmenin olduğu ülkede, onca yıl, bilerek, ortak ruh ve aklı oluşturmayıp, nefret aşıladıklarından, ateş yalnızca düştüğü yeri yakacak, her kesim, kendi şehrinde, kendi ölüsüne ağlayıp, diğerini zafer sayacağından “ hepsini, geberttin” sadistliğinde, kendinden olmayanın, her türlü yöntem kullanılarak, cezalandırılmasında, ”oh, olsun”la huzur bulacaktı.

Her ülke, tarihinde ki, suçları, acıları, ölümleriyle yüzleşip, “tüm insanlar, özgür, onur ve haklar bakımından eşit doğar ”ı sahiplenirken, görüntülenecek şiddeti, işkenceyi “ bakın, dünyanın, her yerinde oluyor” bakışıyla, delillendirdiklerinde, “öyleyse, medeniyeti, biz gösterelim”den kaçınacak, süre giden baskı, eziyet, adaletsizlik, usandıran komplo teorileri, tükenmeyen bahanelerle, perdelenerek, olağanlaştırılacaktı.

Binlerce evde, ölümle büyütülen kini, akan kanı, acıları dindirmeyenler; yalnızlığınız da, hiç, resmini duvara astığınıza, “yavrum, annem” inleyişinde bakarken, ilk adımında ki şaşkınlığını, tutunmak için, birini arayan çaresiz bakışlarını anımsayıp, “niye” feryadın da kederi, yaşadınız mı ?

Eşyalarına, notlar düşülmüş kitaplarına, dokunduğunuzda, “aha, ben gidiyom, sen, hemen ağla” türküsünü duyduğunuzda, her, ıspanaklı börek yaptığınız da, “nasıl da severdi”yle kendiliğinden, aktı mı, göz yaşlarınız? Takvim öldürüldüğü gündeyken, “ vardın da, neredeydin, ey ! hep geçiken, güçlüden yana saf tutan adalet.Bırakmadılar ki, anlatacakların , sevdan, daha, tamamlayamadığın ..…ey vah ”la yanıp, kavruldunuz mu ?

Hiç, a lanlarda Che’nin, Lenin’nin posterlerinin yanına, önceki kuşaktan asılanları, öldürülenleri, ekleyip taşıyanların, “enternasyonalle” birlikte, “Gemerek’te çevirmişleri” söyleyenlerin yitirilişine, aynı biçarelikte ki tanıklığınızda, her, köşe başında, silahların gölgesinde bekletilen, ölümün, soğukluğunu hissetiniz mi ?

Evinizi başınıza yıkanların, öldürdükten sonra, başsağlığı dilemelerinde ki, onursuzluklarına, ekranlarda, “boşuna astık” derken, utançı yaşamayıp, suçsuzmuşçasına, demokrasiden, insan haklarından, söz etmelerinde ki riyakarlığa, aymazlığa, katlanan yüreğinizin ” neyleyeyim, zalımın, aklına, yol göstermesine, muhtaç zamanı” isyanını, elinizden gelen tek şeyle, bedduayla susturup, keşke, “10,20,30 yıl sonra, doğsalardı”yla, suçladınız mı, yılları ?

Akranları, yaptıklarını nişan kabullenenlerle, sistemle uzlaştığında, ruhunuz günahla tokalaştığından, artık, vahşeti bile mubah sayacaksınız, asıl, unuttuğunuzdan kaybettiniz masumiyetinizi, özgürlüğünüzü, düşüncesindeyken, bir an, “yaşasaydınız, acaba…?” karamsarlığında, “dün de kalmayacaktınız, ama, nasıl, tanımlarlarsa tanımlasınlar, herhangi bir yerde, bir insan, bir çocuk öldürüldüğünde, bir yanınız eksileceğinden, eminim ki, barışın kavgasını da kuşanacaktınız”la silkinip, yıllar sonra “boşuna öldüler”le tescillenmemeleri için, uzaklardakilerin değil, yanı başınızdakilerin acısını, acınızın yanına, kattınız mı?

Hiç, madem, tarihin, sorgulanmadan, ezberlenmesini isteyeceklerdi; Üstünde parka yerine takım elbise, ayağa kalkacaktın, ağarmış saçların, yüzünde çizgiler, biraz şişmanladığından, uzun mu, uzun da gözükmeyecektin, hani dokunsan kırılacak, incinecek gibi. “Türkiye Cumhuriyeti Anayasa’sını cebren tağyir ve tebdil ve ilgadan suçlanan müvekkillerime..…” sözleriyle başlayacaktın savunmana.

Belki de, “ yakın tarihte yaşadıklarımızla….” devam edecekken, hakim, konuşmanı “ Deniz, miting de değiliz”le böldüğünde, “serde 68 ruhu, yok edemiyorsun” diyecektin.

Az önce, yağmış bahar yağmurunun damlaları, daha ağaçların yapraklarındayken, toprak, çimen kokularını duyumsadığında, içinde ki, dindiremediğin sızının, çoğalan akıntısıyla, mezarını ziyarete gittiğin yoldaşının, yanına oturur, seslenirdin.Öldürüldüğünde, yüreğimin halini anlatmaya, şairin “içimde bir boşluk, sana yandığım kadar” mısrası da yetmez. “ İki, üç, daha fazla Vietnam, Ernesto’ya bin selam”la inancımızın, doruklarındayken, devrim uğruna, ölümden çekinmediğimizi “ merhaba, Ernosto gibi ölenlere, merhaba”yla ilan etmiştik ya, Taylan’nım, bazen, sensizlikte, yaşadığıma hayıflanıyor, kendimi suçluyorum.

Katledilmen, son faili meçhul cinayetti. Aydemir ve Gürcan’da son asılanlar. Biliyor mus un, insan eliyle alınan canın, haksız ölümün, tesellisi olmuyor.

Yargılanıyoruz, o hengamede, Dede, “Gerilla Savaşı ve Marksizm”i bitirme telaşındayken, idamımızdan, vaz geçtiler . Devrimi yapamadık.

Ama, halkın hoşgörü, kardeşlilik, refah içinde yaşadığı, bölgesinde etkili, demokratik, hukuka saygılı, çağdaş, ülkeyi yaratan mücadeleyi başlatarak, geleceği yönlendirdik.

Bir gün, mutlaka, inancımıysa, asla, yitirmedim. Şimdi, “güneşi koluna, takıp gelseydin, hey !”, hasretimin ağırlığıyla sarılsaydım, öpseydim yanaklarından, karşılıklı sigara yaksaydık, Rodrigo’nun gitar konçertosunu dinleyip, “çanlar kimin için çalıyor” romanından, Potemkin Zırhlısı filminden, boykotlarımızdan, “Demokratik Üniversite”, “Bağımsız Türkiye” afişleri basıldığında ki coşkumuzdan, bahsetseydik. Duvarları, “Go Home” la donatırken, “Fruko”lar göründüğünde, “hay ! bin kunduz” diye bağırıp, ifademde “bütün suç, kırmızı urbalılara karşı, bağımsızlık mücadelesi veren Çelik Blek’te, hayır, emperyalizme karşı, kahramanca savaşan atalarımızı anlatan, tarih hocasındaydı” itirafın da bulunacağım diyen kimdi ?

Akşam, buluştuğumuzda, sorarım, Mahir’e, Sinan’a, Yusuf’a, Kadir’e…….. böyle de yazılabilecekken tarih ; hangi sınıftan, görüşten olursanız olun, emreden gücün, kazandığı zaferin kısalığını algılamayarak, evrensel, ahlaki değerler yerine, kolayı seçip, hasmınızı ezecek üstünlüğünüzü, baskıyla, zorla sağlayıp, gönüllü temizlikçiliğe soyunarak, hesabı kapattıklarından “ yazdırılamadı”yla, görünenin arkasına sakladıklarına, yalpalamadan, baktınız mı ?

Demişsin ki, “öldürmeyi düşünüyorsun, yok, öldüremiyorsun, faşistlere benzemiyoruz biz, kolay değil adam öldürmek.” Demişsin ki, “ bilim almış başını giderken, karşındaki bir yığın insanın ne kadar küçük ve yanlış şeylerle uğraştığını düşünüp acınıyorsun, içerliyorsun.” Ne yazık, dediklerinin hala, geçerliliğinin korunduğu Ülke de, yüreklerinizi susturacak, idam sehpalarını cesaretle tekmelediğiniz de, avluyu inleten sesin, sessizliğinde ki bu topraklarda, bilmem ki, daha kaç kez ; “Eğer, bir düşse bütün gördüklerim, uyandır, beni anne.

Dayanmaz, elim kadar beceriksiz yüreğim.

Düşer, kırılır anne” çığlıklarında dağlanmamız, göz yaşlarıyla akan yazgıları dayatan, ölümün tutsaklarına yetecekti ? Daha kaç kez, hayattan, gün doğmadan, koparılırken, rüzgar esecek, savrulacak gelecek .

Gelecek ve hürriyet.

Gülsen FEROĞLU
26.04.2006 

You may also like

Yorum Bırak