Hiç Bir Kürdün Hakkı Yoktur

Gülsen Feroğlu

 

Bu ülke… bu şehir…bu hep bir eksiği olacak hayatlar… ömür ???? hep Eylül…hep Erdal Eren…hep Berkin Elvan… hep Fadıl Kayık…hep Dilar Gencxemiş… hep Hakan Buksur… Delik deşik hayaller, umutlar nasıl da hayat kokar. Yoksa, sonu tutunacak bir toprağa, özgürlüğe varacak uzun bir yolculuğun son cümlesi için mi tüm bu yaşananlar.

Kim bilebilir, ki tahta kapının sesini duyduğumda sacın üzerindeki ekmeği alıyor olacaktım. Adımların yaklaştıkça kalbim elimde bekleyecektim… “daye…”. Üstümün, başımın ekmek, duman kokmasına hayıflanıp öyle sarılacaktım ki “daye kurban, yeşil gözlüm….“le sana, canın acıyacaktı. İllaki ağlayacaktım “döndün mü bavemın, temelli?” Kaç kez o kapı açıldı, kaç kez sarıldım “mala mın” sana…bir bilsen…bir bilsen… kaç kez…. Anladım; barış çok uzaklarda, hayal kurmaksa…Vazgeçtim, hayallerimden.

Dört bir yanda havan mermileri. Puşimi bastırıyorum kanayan karnına, yeşil gözlerin kaydı kayacak. “Üşüyorum” diyorsun yalnızca “üşüyorum.” Bir kayanın altına gömerken seni, aklımda gerillanın sesinden “bugün benim efkârım var” dinlerken söylediklerin; “Bağ bozumudur, tarhana kokuyordur evler. Sence ….

Heval, bir gün döner miyiz … ?”, “her savaşın sonunda eve dönülmez mi zaten” demiş, gülmüştüm “bak! memleket işte şu tepenin ardında” Eve dönmek… hayal kurmak…çok oldu vazgeçeli.

Yaşama dair her şey ; Barış, huzur, eğitim, geçinmek,,,,Kürtler için niye bu kadar zor olmak zorunda ??? NİYE… Tam da her şey yoluna girecekken sapkın DAİŞ Kobanê’yi, Erbil’i kuşatır, katledilirken kardeşi; sessiz kalabilir, mutlu gün geçirebilir mi insan ?

Hey! 1800’lerde “Her insan, herkes karşısında, her şeyden sorumludur” demiş Dostoyevski’ye nispet yaparak, DAİŞ Kobanê’lilerin toprağına, özgürlüğüne saldırıyor diye sevinen sen! İnsanlıktan ne kadar uzak bir pozisyonda olduğunu bildiğinden güya Kürt değil de PKK düşmanıymışsın tavrında ırkçılığını gizleme gayretindeki sen; hani acının dili, dini, ırkı olmazdı?

6 yaşından 25 yaşına kadar Kürtleri öcü, terörist gösterip katledilmelerini onaylatan kara propagandayla eğitilerek büyütülen sen; neyin sonucu olduğunu bilmediğin, tartışmadığın, kestikleri kafalarla poz veren, oynayan, 7 yaşındaki kız çocuklarını zevceleyen IŞID’lilerin saldırılarına sevincin, PKK’ya, YPG’ye nefretinin nasıl tehlikeli bir ruh hastalığı boyutuna ulaştığının da işaretidir.

Üstelik yaptığı tonlarca hata, yaşamı ölümden beter kılan zalimlikleriyle PKK’yı yaratan da , büyüten de; her vatandaşına eşit mesafede durarak can, mal güvenliğini sağlaması gerekirken tek tipçi faşist ideolojiyi benimseyen Türkiye Cumhuriyeti devletinin ta kendisiyken. Onun içinde devlet ne kadar terörist, eli ne kadar kanlıysa; eline silah almak zorunda bıraktığı Kürtlerin örgütü PKK’da o kadar terörist, eli de o kadar kanlıdır.

Dönde bir bak! Tarihi masa başında değil kanla, gözyaşıyla yazılmış, kötülük, zalimlik adına yaşanmadık bir şey bırakmamış; asılmış, asit kuyularına atılmış, …, …, köyleri, evleri, malları, tarlaları yakılmış Kürtlere, PKK’ya düşmanlığın sana neler yaptırtıyor. IŞID’den kaçan Türkmenlere, Êzidilere, Hristiyanlara, Şiilere kucak açan; Almanya’nın, ABD’nin silah yardımı yaptığı PKK’ya, YPG’ye düşmanlığından “ IŞID’ de, PKK’ da terör örgütüdür”, “ IŞID’i, PKK ya tercih ederim” diyorsun ya s en, kimi tercihe yeltendiğinin farkında bile değilsin.

Sakın, bu sempatin SS’li Hitler, kara gömlekli Mussolini,…, …, Miloşevic, kontrgerillalı Evren, JİTEM gibi; önüne çıkan kendinden, fikirlerinden, yaşam biçiminden, kültüründen farklı istisnasız her şeye soykırım yapan IŞID’li El Bağdadiyi; çok tanıdık, çok olağan bulduğundan olmasın.

Ama unutma, hepsi de en başında yenilmezdi, dokunulmazdı. Ölüm tüten zaferleri faşizme karşı direnenlerle; %80’ni Nazilerce işgal edilmiş şehirlerini 199 gün savunan Stalingradlılarla, partizanlarla, …, …, karşılaşana kadar sürmüş. Delilikleri faşizmin yanlışlığı anlaşılıncaya kadarsa sırf II. Dünya savaşında 20 milyon insan hayatından olmuştur.

Evet, IŞID’de kazanıyor; şimdilik, şimdilik. Herkes, hepimiz de ne kadar iyi, günahsız insanlar olduğumuzu anlatıp duruyor, buna inanıyoruz da. Oysa, görünen o ki iyiliğimiz, günahsızlığımız devletin, örgütün, ailenin, çevrenin formatladığı kadar. Sorgulamıyor, O biatçı formatla bakıyor, değerlendiriyoruz olayları, insanları.

Daha Barzani “Türkiye’nin Kürt yönetimine silah yardımı yaptığını” açıklamadan, Remzi Kartal “Kobanê’de yaşanacak herhangi bir katliamın sorumlusu ise ABD ve koalisyon güçleri…” dediği halde Türkiye’nin “IŞID’i desteklediği” algısının pekişmesi de bu yüzdendir.

Şimdi, gerçek yerine algılarla hareket edenlerin katliamlarını, linçlerini en iyi bileceklerden Kürtler; eğer HDP’nin, çözüm sürecinin kazandığı ivmeye, demokrasiye “Kobani” protestolarındaki şiddetin vurduğu darbeyi “Biji serok Apo”dan “ …. önü katliama açık provokasyona yol açmış olacağız. Taraflar dar çıkar bakışlı inatlaşmaları terk etme durumundadır….” mesajını almasa öngöremeyecek durumdaysa, bunun sorumlusu da T.C, devlet midir?

Provokasyon yapılacağını bile bile kendini koruyamayacak kadar küçük ve de çocuk 8 yaşındaki Beşir Ariflerin, 15 yaşında infaz edilen Emre Ekincilerin öldürülmelerini önleyecek saygınlıkta bir mücadelenin şartı; belki de, artık suçun hep devlete, başkalarına atıldığı kolaycı düşünce, algı yapısından hızla uzaklaşmakdadır.

Ve Gezi’deki devlet terörü karşısında; marketlerin, arabaların, otobüslerin yakılmasını, molotof atılmasını demokratik tepki, anlayışıyla karşılayanların Kobani protestolarında Kürtlere “Vandal” yakıştırmasıysa ironiden, ayrımcılıktan başka nedir ki.

Sevgi Alıcı’nın (18) mutfağında yemek yaparken hayatını yitirmesinin nedeni; medeniliğin, demokrasinin, yaşamın kurdu şiddet; nasıl göstericilerin ırkına, mezhebine, statüsüne göre karşı çıkılacak bir olgu değilse; hiç bir kürdün de; sivil, gerilla 100 bin ırkdaşını hayatından etmiş eşit yurttaşlık, özgürlük, demokrasi mücadelesini yağmalama, hırsızlık vari ahlak dışılıklarla gölgelemeye hakkı yoktur.

Ulus devletin kendisine yıllarca yaptığını yaparak; kendisi gibi düşünmeyen, davranmayan bir Kürdü “Sık sık sık. Altına sık. Sen ne biçim nişan alıyorsun”la vurmaya, linçe teşvik eden, farklı herkesi ötekileştiren bir Kürdün de, artık; onarılması imkânsız duygusal kırılmalara yol açtığını görme vaktidir.

Tamam, birbirine karşılıklı nefret besleyenlerin barışması kolay değildir. Tamam, devletlerin, örgütlerin, partilerin, herkesin tek derdi haklı çıkmak. Bunun için alçakça yalan söylemekten, manipülasyona başvurmaktan, insanları ölüme atmaktan çekinmiyorlar. İyi de doymadı mı daha bu ülke; onlarca ölü bedenden akan kana.

Ne çok ölümüz var görmüyor musunuz; 3 günde kimin kurşunladığını bile bilmediğimiz tam 34 insan öldü, otuz dört. Ayrıca, iç savaşa sürüklenecek bir Türkiye’nin; hiç kimseye; ne ortak düşman IŞID’i durdurmaya, ne Ortadoğudaki Kürtlere faydası olmayacağının kanıtı Suriyeli mültecilerin trajedisi göz önündeyken; şiddetsiz, demokratik protesto hakkını kullanma olgunluğu kimseye bir şey kaybettirmez de.

Her can sıkan gelişmede Türk, Kürt siyasetçilerin ”çözüm süreci bitmiştir” tehdidi, şantajıyla namlunun ucuna sürdükleri Barış da; insanı sevgiyle kutsayan Hrant Dinkler, Vedat Aydınlar neden yoksa bu topraklarda; o yüzden yoktur.

Bakma sen Hevalım, kırıklığına, dağınıklığa cümlelerimin. Herkes sırrına vakıf olmuş da hakikatin bir ben dışında kalmışım vaziyetinde; eninde sonunda bir insanının hayatına kastedeceğinden masumiyeti bitirmiş savaşın ortasında, barışı savunmak büyük cesaretken; keşke barışın, demokrasinin “döndün ya…”, “gula mın, çokkk özlemişim”’in bedeli de bu kadar ağır, bu kadar ölümcül olmasaydı.

Gülsen FEROĞLU
18.10.2014

You may also like

Yorum Bırak