Meğer Herkesler de Biliyormuş

Gülsen Feroğlu

İlk kaybın hep masumiyet olduğu savaşın Ortadoğu’daki gölgesinde, insan, bazen her şeyi unutup bir rujun rengini seçmeyi hayatının en önemli meselesi haline getirecek kadar aptallaşmak istiyor.

Sonra. Sonrası Özdemir Asaf “Sana gitme demeyeceğim/Ama gitme Lavinya/Adını gizleyeceğim/Sen de bilme Lavinya”

Karşındakinin bilmediğini bilmek, kimine Asaf gibi kırık mısralar yazdırtırken, kimileriniyse dipsiz bir fütursuzluğa, otoriterliğe itiverir.

İnsanoğlu da bilmeyince, dayatılanı sorgulamayı da bir kenara atınca sadece öğretileni, yaşadığını gerçek sanır.

İşte demokrasiyi yaşamamış, özgür bireyin, medeni davranışın ne olduğunu bilmeyen böyle bir Türkiye; ” akıllarına çok ihtiyaç olduğunu” düşünerek her gün ekranlarda durmadan konuşan onlarca sunucunun, gazetecinin, siyasetçinin kendini üstün, dokunulmaz saymasının nedenidir.

Bu zat-ı muhteremlerinin hele de seçim sonuçlarını bir yorumlayışları vardır; evlere şenlik.

Avrupa’da, ABD’de de sonuçları aşağı yukarı Türkiye’dekine benzer çıkan seçimler yapılıyor. Bazen çok küçük bir farkla demokratlar, sosyalistler, yeşiller bazen cumhuriyetçiler, muhafazakârlar kazanıyor.

Herkes demokrasi adına sandık sonucuna saygı gösterip, öncelikle de medeniyetin gerektirdiğini yapıp seçimi kazananı kutluyor.

Türkiye’de ki gibi daha sandıklar açılır açılmaz “halkın tercihi mi? bana ne? …. bizim Başbakanımız, Cumhurbaşkanımız değil”, “…..çözümcülere, …. Osloculara, Kandil havarilerine….” heyezanlı; kendine, tuttuğu partiye oy vermeyeni ötekileştiren liderler, parti sözcüleri, gazeteciler, STÖ’ler mi ??? vaki değildir.

Oyu “seçmen şu mesajı verdi”li yontmalara, manipülasyonlara alet edilerek afallatılan seçmen de.

En komiği de, her seçim sonu bu beyanları yapan her biri bir partinin, liderinin …, …, Demirel’in, Ecevit’in, …, Çiller’in, …, Erdoğan’nın, Kılıçdaroğlu’nun, …, Bahçeli’nin yandaşı kişilerin, trollerin, destekçileri medyanın; birbirlerini “kutuplaştırıyorlar”la suçlamalarıdır.

Demokraside, seçimlerde farklı görüşteki adaylar yarıştığından seçmenin tamamını hiçbir adayın; Obama’nın, Hollande’ın, Merkel’in dahi kucaklamadığını bilirler.

Yine de “ülke, git gide iki ayrı yöne doğru kutuplaşıyor” masumluğunda, velveleciliği elden bırakmazlar.

Kutuplaşmanın temelini ulus devletin farklıya nefret, tahammülsüzlük, düşmanlık barındıran “tek millet, tek devlet ”ini tamamlayan tek adamlığının attığını gizleyen kurnazlıkta, kutuplaşmayı yeni bir olguymuşçasına piyasaya arz ederler.

Halbuki, üstünde yükseldiği faşizm esintili, ötekileştiren Kemalist ideolojili sistemin yolsuzluk, kayırmacılık, rüşvet, torpille beslediği ulus devleti yönetenlerin, yıllarca körükledikleri laik anti laik, Kürt, Alevi, Gavur, komünist, sağcı, solcu, …, …, kutuplaşması değil midir Mustafa Suphi’leri boğduran. Koçgiri, Ağrı, Dersim isyanını, 30 yıl süren savaşı doğuran. 6/7 Eylül’ü, onlarca katliamı; …, Maraş, Sivas, Roboski, darbeleri, idamları, faili meçhulleri normal karşılatan. Hortumlanmış 200 milyar dolar görev zararını halka ödettiren.

“Kısa etek giyenlere kezzap atılıyor”lu yalanlar, “rejim tehlikede” benzeri korkularla sağlamlaştırdıkları nefret, bilinç yüklemeyle köreltilen zihinler sayesinde, inanmadı mı insanlar, 1960’da aklı zorlayan “DP” nin “ gençleri kıyma makinesinden geçirdiği” yalanına.

Türkiye, bugün yine; emek sarf etmeden düşmanlık, karşıtlık stratejisiyle belli bir yüzdelik oyu bloklayıp yandaşı kilitlediğinden yalnızca siyasilerin değil, her kesimin işine gelen kutuplaştırıcılığın “Anayasa kitapçığını” fırlatmalı, “gezi zekalılar” hakaretli üsluplarının arasına hapsedilmiştir.

Evrensel demokrasiden hep bi haber olan Türkiye’de; a dı ister Mustafa, ister Tayyip, ister Kemal, ister Ayşe olsun, neredeyse herkesin, her kesimin “ gerçek demokrasi, hukuk, özgürlük bu” diye sunduğu; kendine özgü bir demokrasi, özgürlük, hukuk anlayışı vardır.

İllaki de “Bağımsız Ege Proje”leriyle örtülü ırkçı, faşist dillin etkisinde olacak bu demokrasi anlayışları otoriter olmakla kalmaz, bir yaşam biçimini de dayatır. Milletvekili, bakan, belediye başkanı kısacası bir makama gelmeyi, yükselmeyi, ihale kapmayı, servet edinmeyi otoriter liderin, kadrosunun iki dudağının ucuna bıraktığından haliyle birey biatçı, toplum da ümmetçi olacaktır.

Onun içinde; E. Özkök, K.Çalışkan, N. Ilıcak, Koç, Boyner, Engin Altay, Oktay Vural, onlarca Twitter Facebook kullanıcısı; karşıtları her kişiyi, her görüşü, her tavrı “Cumhuriyet düşmanı”, “diktatör”, “hain”, “terörist, “dönek”, “aptal” yaftasıyla taşlatacak, linçletecek nefretlerini; M. Karaalioğlu, A.Kekeç, Y.Oğur, Cengiz, Şamil Tayyar kadar kutuplaştırıcı, biatçı, seviyesiz bulmaz.

Cumhurbaşkanlığı s eçiminin tek galibi de ”Mührü Ekmeleddin’e basarken… düşünme, sorgulama…” tweetli Fazıl Say’ın, “Mecburiyetten oy vermekten bıktık”la Enver Ayseverin ifşaladığı; t uttuğu partiyi, lideri, fikri, grubu, mensubu kimliği, mezhebi tanrılaştıran biattır. Ki “tıpış, tıpış” la içselleştirilmiş o biat laik Alevilere; basın toplantısını besmeleyle açan İhsanoğlunun; Türk -İslam sentezci fikirlerine göz kapattırıp, oy verdirmiştir .

Türkiye’nin en büyük talihsizliği, ayıbı da 21. yüzyılda; okumuş, yazmış koskoca işadamlarının, gazetecilerin, siyasetçilerin, profesörlerin, asker, sivil bürokratların bir lidere, bir cemaatte, bir gruba biatlığıdır.

Meğer “İhsanoğlu’nun kazanamayacağını biliyordum ama yazmadım” diyen algı operatörü Emin Çölaşan gibi hiçbir derde derman olmayacak kutuplaşmayı, gerginliği isteyen herkesler, herkesler de biliyormuş seçimin sonucunu.

Peki aynı amaç; Tayyip’i devrime bordo timinde buluşan herkesler; en aydınlar, en laikler, en ulusalcılar, en liberaller, en Kemalistler, en milliyetçiler, en cemaatçiler, en zenginler, en beyaz Türkler. Bütün bu en enler biliyordu da niye; düşmanları “Tayyip“e Cumhurbaşkanlığını 1. turda garantileten çatı adayı AKP’li İhsanoğlu’nu bağırlarına bastılar?

Tam 30 yıl, gözlerinin önünde; ölümden, gözyaşından başka bir şey getirmeyeceğini bile bile, ulus devletin tekçiliğinin, ceberrutluğunun dağa çıkardığı Kürt gençleriyle, Türk gençlerinin oluk oluk akan kanına, kan katan savaşgirliklerini nasıl, niye sürdürdülerse İhsanoğlu’nu da o yüzden bağırlarına bastılar.

Ve egemenliği hâlâ sonlandırılamamış “mecburiyetten oy verdiren” biattın sonucu vesayetçi Türk müesses nizamı demokratikleştirilemediğinden, ilkeli bir yenilginin nasıl büyük bir zafer, özgürlük taşıdığını da kimseler fark etmeyecektir.

S avaştan kaçıp şefkatine sığınmış Suriyeli mültecilerin linçletildiği Türkiye’de; herkes kendi içine bir baksa… bir baksa ; ne kadar irin, ne kadar zehirle dolu olduğunu görecektir de…. “Ancak kendinde devrim yapabilen devrimci olabilir” diyor ya Ludwig Wittgenstein; b elki herkesin mücadelesi de o ânda; biata ‘hayır’ denilecek o ânda başlayacaktır.

Yaşamı kapısına koymayan Ortadoğu’da yine gece oldu. IŞİD mezaliminden kaçan Êzidilere, Hristiyanlara, Türkmenlere, Şiilere, Suriyelilere kalkan olan Kürtlerin damgasını vuracağı bu yüzyılda; Musul’da, Şengal’de, Cezaa’da, Kobanê’de kol geziyor ölüm, kan kokuyor olmaz olası gece.

Vahşetin, ayrımcılığın, zulmedenin tükenmediği bu ölümcül coğrafyada; h ep bir eksiği olacak ya da genç bitecek hayatlar…hep ertelenecek istekler…duyguların, aşkın kuytulara gömüldüğü isyanın, savaşın, kavganın orta yerinde; ne b ildiğini mutsuz edecek düşüncesiyle sevdiceğinden saklayan sevdalar düşer bize Hevalım, ne de tamamlanan hayatlar.

Hani cümlenin sonuna konulan üç nokta var ya…hani söylendikten sonra sessizlik oluşan…konuşmaktan daha fazla şey anlatan o sessizlik var ya… işte o en çok Ortadoğu’ya… bu dünyaya yakışır. İnsanın kaderi de doğduğu ülke, coğrafyadır değil mi Hevalım?

Gülsen FEROĞLU
06.08.2014

You may also like

Yorum Bırak