Haydi Dokun Göz Yaşına

Gülsen Feroğlu

Adlarına bayramın kutlandığı, nüfusun yarısının genç olduğu ülkede, okuyun, adam olun demişlerdi. 45 ülke üniversitelerinin “kalite” listesinin son sırasında ki üniversitelerde okumuşlardı. 18’inde de, 30’unda da aynı zihniyet, aynı isimlerce yönetildiklerini, medyada aynı kişilerin yazdığını görecek, ebeveynlerinin değişmeyen yazgılarını paylaşacaklarını algılayacaklardı. Adam olmanın tarifinin herkese göre değiştiğini, dürüstlük ve erdemin “fikri , vicdanı, irfanı hür” toplumda özlendiğini de öğreneceklerdi. Adam olmak; kimine göre aile fotoğrafında yer almak, kimine göre işini bilmek, zengini sevmek, kimine göreyse yandaşına bir şey vermezsen seni niye desteklesindi.

Bir gecede; telefonla, çıkartılan yasa, aktarılan kredilerle, banka, televizyon, şirket, servet sahibi olanlara, Başbakanların mafyayla pazarlıklarına, ihale takiplerine, rüşvete şahitlerdi.

Vatanı, milleti dillerinden düşürmeyenlerin iktidarlarında büyük vurgunu gerçekleştirmelerini, girilmesin mitingi düzenlendikleri AB ülkesinde trilyonluk hesaplarının açığa çıkmasını seyredecek, zenginliklerini geleceklerini çalarak yapanların, vurguncuların ülkeye lazım, “obdusman”lığa layıksınız kutsanmasıyla övüldüğünü duyacak, yeteneksizliklerinde müzisyen, sanatçı sayılanlara özeneceklerdi. Başkent’in etrafındaki siteleri, villaları kimlerin aldığınıysa merak etmeyeceklerdi.

“Gün gelir’e” bu günü erteletenler taraf olmamanın, susmanın kazandırdıklarını anlatacaklardı. Sistemi sorgulamanın, hak aramanın hapisle, sürgünle bağını, önceki kuşakların nasıl yok edildiğini anımsayanlar, uyaracaklardı “sakın, olaylara, siyasete karışmayın.”

Hal böyle olunca; siyasette, ticarette, bürokraside, medyada yükseltilenlere hayranlıkla bakacak, yandaşını kollayan, adamına mevki için onlarca kurum kuran, hırsızını savunanların önünde, iş, torpil uğruna el pençe divan duracaklardı.

Asgari ücretle geçinen milyonları göz ardı ederek, sağlıklı yaşam amacıyla kilosu 30.YTL.’den fındık ve badem günde bir avuç yenmeli, antioksidanlar kullanmalı yazılarını okuyacak, “bizimle bu ülkede mi yaşıyorlar” kuşkusunda, teknolojiyi, bilimi kameralı cep telefonu, bilgisayarda chat, spider, solitaire oyunu, ithal bilgi uygarlığı ; ıstakozlu füme, suşi , Chateau şarabı, Laila, Reina, Bodrum’a gitmek, marka giyinmek, anti aging, light yaşam sanacaklardı.

Bu sefer de, Balzac’ı bilmeyenleri, ”yeni jenerasyon çok mu mutlu sence’yi “ söyleyenleri, “oha”, “niye ki ne” konuşanları, çabucak her şeyden sıkılanları, clubber girls, boys’ları, “are you ready”le, “dress code”u belli partiler düzenleyenleri, gençlik mi , bana neci, bilgisiz, kültürsüz, depolitize diye eleştireceklerdi. Oysa, onların yaptığını yapmış, onlardan da olamamış yine, yaranamamışlardı.

Çözmediklerinden katmerleşen sorunların, yağmaladıkları hazinenin, kuralsızlığın sonucu ekonomik kriz sonrası nüfusun %20’si yoksulluk sınırında, işsizlikse %9.1’di. Aynı coğrafyanın belli bölümünde ki gençler yalnızca, istatistiksel rakam, kayıp sayılırken, faturalara yeten gelirleriyle didinen ailelerinin fedakarlıklarıyla okuyanlar, iş bulamamışlardı. Açlıkla terbiye edilecekleri, düşlerinde yer almayan hayatlar sürerken, bırakın kedileri bir odaları bile olmamıştı.

İlanlar, devlet daireleri, firmalar, sınavlar, kariyer.net siteleri arasında dönüp dolaşır, aldıkları eğitimle ilgisi olmayan işlere razı başvuru formları doldurur, çıkış yolu, torpil ararken, malum kesimlerin çocuklarına işi garantilediklerini anlayacaklardı.Keder, karamsarlık içinde bocalar, “elimizi tutan yok, talih gülmez ki” çığlıklarında, terk edilmiş hissindeyken, çaresizliklerini ”benden bu ömrümü çalanı getir” türküleriyle dindireceklerdi. Annelerinin “Allah kerimdir, elbet bir kapı açılır” tesellisine muhtaç, babadan sigara, yol harçlığı almanın, sevgiliye çay ısmarlayamamanın ezikliğinde, fallarda gözükmeyen işin, kahvehanede, sokakta vakit harcamanın yılgınlığında, hayatta cevap vermeme hakkındayken, ekranlarda adları değişik, içeriği aynı Reallty Show’ların cezbeden reklamları, fragmanlarıyla karşılaşacaklardı.

Çalışmadan ev, araba, paraya kavuşmanın, yazgılarının değişmesinin prens, prensesten, sayısal loto, şans topu, on numaradan bekleme umudunun yerini Reallty Show’lar alacaktı. Ün, tele volelerde izledikleri sayısı 100’ü aşmayan insanların imrendikleri yaşamları eğer elemeyi geçerlerse işte yakınlarında dolaşmaktaydı. Zaten, daima eşitsiz koşullarda yarışlara atılmamışlar mıydı ? Show’a katılabilirlerse, bir süreliğine de olsa artık bezdiren sorunlarından uzaklaşacak, istekleri yerine getirilecek, lüks mekanda yiyecek, içecek, keyifli günler yaşayacaklardı.

Üstelik “zevce” edinebilecekleri Showlar da mevcuttu. İki gönül bir olunca samanlığın seyran olmadığı millenyum çağında, aşk dediğin neydi ki ? Belki yarışma sonunda dizi, reklam filmlerinde rol alır, kaset çıkarabilir, geleceklerini kurtarabilirlerdi.Eğitimli, eğitimsiz gençler kuyruklarda sabahlamış, ellerinde ki tek şeyi hayatlarını, hikayelerini satılığa çıkarmaktan, sergilemekten bir an bile tereddüt etmemişlerdi.

Yıllardır aynı şeyleri yaşamaktan yüreklerinde adlandıramadıkları kargaşadan bunalan, evde geçirilen günlerden bıkanlar, huzuru saatler süren Reallty Showlar’da, sanal ortamda arayacaklardı. Yarışmacılarının dertlerini kendilerinmişçesine kabullenecek, onlarla yatıp, kalkacak, böylece hayatlarının ağır yükünü hissetmeyerek, rahatlayacaklardı.

Gelişmiş ülkelerin, makaleler döşenmeyen “eğlence” programı gündem belirleyince, yönetmenler Show’lara hırçın, öyküsünde ihanet, cinayet barındıranları seçeceklerdi.Nihayetinde, inatla kavranmak istenmese de bu bir gösteriydi, lakin, yalanla gerçeğin birlikteliğinde ki toplumda , o ince çizgi ayırt edilmeyecekti.

Medyadakiler Showlar sayesinde kopuk yaşadıkları vatandaşların düşüncelerini öğrenecek, çok önce yapılan “medya kültürü” tanımlamasını, sözcüklerle oynayıp, allayıp pullayarak “popüler kültür” koyacaklardı.İşin garip yanı, orijinini taklit ederek yarattıkları Showlar’ın konu edildiği açık oturumlar, programlar düzenleyecek, Show gereği didişen ana-oğul ilişkisini psikologlara, sosyologlara yorumlatacak, tartışacaklardı.

Reytinglerin birincisi, milyonlarca dolar kazandırınca yayın yönetmeni “öteki”lerin sanatçısının sürgününü sağlayan damadının sunduğu Show’u, Washington Post, Le Monde’nin yayın yönetmenlerinin etik davranışıyla, serbest piyasa koşullarında köşesinde pazarlayacaktı.! Paris’te Champ Elysee bulvarında yürüseler, Les Deux Magots Cafe’sinde otursalar, Dante, Goethe’den alıntılarla yazılarını süsleseler, Carla Bruni , Mahler dinleseler, Chéteau Petrus içseler de, Ülkede aydınlama çağı, zihniyet devrimi yoksunluğunda “az gelişmiş ülkenin her şeyiyle az gelmiş olduğunu”nun sorgulanamayacak gerçekliğinde, yarışmacıların gözlerinde minnet yerine hüznü görmeyecek, ruhlarında ki keşmekeşi yazmayacaklardı.

Feda edilecek hayatların bolluğunda, tüketim, imaj devrinde, dört aylık şöhret sonrası eski kamerasız yaşantısına, paçavraya çevrilen benliğiyle dönmenin travmasında yorulan bedeniyle Extacye sarılan, Show’un yıldızı “medyatikliğin” bedelini hayatıyla ödeyecekti. Cenaze törenini naklen yayınlayarak son kez ölümünden reyting çalarak paraya dönüştürenler, acaba ne işlerine yaracaklarını düşünmeden tabutun fotoğrafını çekenlere baktıklarında tiksinmişler miydi ?

Elbirliğiyle yarattıkları, sorumlu oldukları ahlaki çöküntü, yozlaşma, beyin ölümünde ki toplumda acıdır, ilk taşı atacak kimsenin kalmadığını da fark etmeyeceklerdi.Show’un daimi izleyicisi köşe yazarı, gencin ardından “öldürmedik mi” diye yazacaktı. Evet, hep yaptıklarını yapıp öldürmüş, kolayca da unutmuşlardı. Burası, ne yazık, katillerden medet umulan, gurur duyulan ülkeydi.

Gülsen FEROĞLU
20.10.2005

You may also like

Yorum Bırak