Keşke Bir Yalan Olsaydık

Gülsen Feroğlu

“ Uyusunda, büyüsünde nini, tıpış tıpış yürüsün nini”nin yalnızca çocuklara değil yetişkinlere de söyleneceği ülkede, birkaç yıl önce yetiştirme yurtlarında yaşananların benzer görüntüleri yine ekranlara yansıyacak, “insanlık dışı” manşetleri atılacak, idari soruşturma için müfettişler görevlendirilecek, “ infial ” yaşanacaktı.

Her toplumsal olayda olduğu gibi herkesin bildiği, önlem alınmayan, devamı sağlanan, kanıtlandığı için mecburen ”tüylerim diken diken oldu” ikiyüzlülüğü de, “bizim çocuklarımız” sahip çıkalım denilecekti.

Dayak cennetten çıkmadır, kızını dövemeyen dizini döver, eti senin kemiği benim anlayışıyla terbiyenin, işkencenin sistemleştirildiği, uygulandığı yapıda herkes bir kez de olsa masum haylazlıklar yüzünden dayakla cezalandırılacaktı.Yakılan, failleri belli ama meçhul sayılarak öldürülen, işkencede sakat bırakanların, kuralsızlığın, vurgunun hesabının sorulmadığını bildiklerinden, sahiplilere yapılanların kimsesizlere yapılmasında sakınca görülmeyecekti.

İşkence, tacizle zedelenen ruhların, bedenlerdeki yaralarının sarılmasının toplanıp pasta ve böreklerle çocukları ziyarete etmekte bulan, psikologu Cumhuriyet Savcısı ifadelerini alırken getiren zihniyet, şefkat, sevgi, hoşgörü özlemini algılamayacaktı.

Yanlarında eşleri “büyükler” çocukların saçlarını okşayacak, yanaklarını öpecek, oyuncak dağıtacak, “bunca yıl bir şey yapmayanlar” aranmayacak, infial bir süre sonra unutmayla yer değiştirecek, anlı şanlı “devlet” bu meseleden münferit değerlendirmesi altında iki üç kişinin cezalandırılması sonucunda yüz akıyla çıkacak, yeni bir görüntüye kadar aynı şeyler kapalı kapılar ardında sürecekti.

Nedense, tüm bakanlıkların kuruluş kanunda danışma ve denetim birimi Teftiş Kurulu Başkanlığı başlığı altında görevleri “Bakanlık teşkilatıyla, Bakanlığa bağlı ve ilgili kuruluşların her türlü faaliyet ve işlemleriyle ilgili olarak teftiş, inceleme ve soruşturma işlerini yürütmek,” olarak yazılan başmüfettişler, müfettişler her zaman ki gibi ihbarları araştırmayacak, görüntüler ya da belgeler yayınlanınca olayları öğreneceklerdi.

Nasılsa, bizim çocuklarımızı, gençlerimizi kurtarmak için bildiriler yayınlanmayacak brifingler düzenlenmeyecek, yapanlar andıçlanmayacak, “Cumhuriyeti korumakla eş” tutulmayacaklardı.

“İnsanları öldürmek nedir, bilir misiniz? Kimisini silahla, kimisini de böylece psikolojik hasta edip hayatı zehir ederek” feryadının duyulmayacağı, umursanmayacağı Ülkede, yurtlardan ayrıldıklarında “bu dünyada yerim yokmuş yokmuş keşke, bir yalan olsaydım’ı” onlar söyleyeceğine, keşke, vahşetten, sosyal devletten sorumlular, yönetenler, susanlar, korkanlar yalan olabilseydi.

Belki o zaman, dayak yerken bile “haydi, beni sev” açlığında ki yüreklerinin asla unutmayacağı sevgiye hasretle, nefret yerine “insanca davranışın”, mazlumun korunmasının “birinci vazife olacağı” , vicdanların körelmeyeceği sistemi yaratabilir, gelecek kuşakların yaşayacağı acıları şimdiden engelleyebilirlerdi.

Gülsen FEROĞLU
27.10.2005

You may also like

Yorum Bırak