Her Zaman Sen Yalancı, Ben Şahit

Gülsen Feroğlu

Yine çobanlar, Prenseslerin baş belalıları, masalların kötülüğü tescilli değişmeyen starı kraliçeler gibi, performanslarını sergileyip suçlarını yükleyecekleri operasyonlarının haklılığını “ayna, ayna, benden güzeli yoktur”la tebliğleyeceklerdi.

Yine ideolojik ayartıcılar, baştan çıkarmanın bin bir yolunun virtüözlüğünde egolarını tatminleyecekleri baştan çıkardıklarında varlıklarını, baştan çıkarılmışta da bir demet kır çiçeği, bir tatlı sözün kapatacağı ezikliğinde, sevilmeye değer imgesini buldururken, eline el değmemiş bakirliğindekilerin sevgiye, güvene açık yüreklerine ilk gün atacakları, ilk çizik Ecstasy rejime bağlılık yeminiyle, çocukluklarını ellerinden alıp, marş marş komutuyla alelacele büyüteceklerdi.

Eğer varsa kendileri için çalışmayacak kaderleriyle, nasıl bir eğitim sistemiyse dershaneye de gitmeleri gereken, kalabalık sınıflarda, boş geçecek derslere sahiplerle, okul yüzü görmeyecekleri, özel okulda okuyan, özel ders alan olmadı özel, yurt dışı üniversitelerde okutulanların yüz adım önde bitirdiği yarışmalara, birlikte sokup biraz eksik, biraz fazla’yla ebeveynlerinin hayatlarını devr edeceklerdi.

Daha başlangıçta, bilimsel düşüncenin toplumun bir bütün olmasıyla sağlanacağını bildirdiklerinden, kendileriyle tanışamadan, kendilerini feshedeceklerin dışlanmaktan delice korkularını “sürüden ayrılanı kurt kaparla” yem yapıp, etraflarına örecekleri ‘çimenlere basmayın’lı duvarlar, ayartıldıklarını anlayamayacakları senaryolarla ehlileştirip ‘biz usta çobanlarız, koyunlarımızı tanırız’la istedikleri yana seğirteceklerdi.

P artilerden, sivil toplum örgütlerine, sendikalara her kurumda yukarıdan aşağıya doğru var olan ayrıcalıklı kast sisteminde, “kendi omzuna tırman, başka nasıl yükselebilirsin ki”nin geçersizliğindeki ‘hamili kart yakınımdır’lı mekanizmada, afrodizyak ”gelecekte bir gün gelecek” jingle’larıyla oyalayacaklarına bir lokma, bir hırka uğruna ruhlarını satmaktan başka yol bırakmayacaklardı.

Baştan çıkmayacakta boşa çaba olacak ayartılmaya direnseler de, direnmeseler de, Anayasa askıya alınsa da, alınmasa da, Cumhurbaşkanının adını bilseler de, bilmeseler de, teknolojik devrim olsa da, olmasa da, Kopenhag ve Maastricht kıstaslarını uyguladıklarından değiştirilmeyen yoksulluk döngüsünde yıllar, yılları izlese de kiradan, faturalardan arta kalan maaşla, ne, nerede daha ucuzu araştıran, ailece bir restoranda yemek yiyemeyen, tiyatroya, sinemaya, kitaba para ayıramayanlar, dünyaları olacak iki oda, bir salon arasında ki hayatlarının eğlencesi sabah akşam yetmezmişçesine, ana haber, magazin programlarında da fragmanları tekrarlanan dizilerle, geçim dertleriyle baş başa kalacaklardı.

Seçildikleri ya da atandıkları makamı ar damarlarını çatlatarak “bir daha mı geleceğizle” kullananların; devalüasyon öncesi parasını dolara yatıran Merkez Bankası Başkanının, Karun hazinesini çalan kültürel mirası kollamakla görevli müze müdürünün, organize çete üyelerini silahlandıran, ölüler konuşmadığından vicdanların sızlamayacağını bilecek faili meçhullerin mimarlarından yüksek mimarın, yolsuzlukları aşikarların, güvenilir, muteber vatandaş sayılıp, önlerinde ceket iliklendiğini de göreceklerdi.

Torpil, rüşvet kol gezdiğinden “haram parayla kurban kesilir” fetvasıyla karaktersizliklerinde ahlaksızlığı, Tanrıyı da suçlarına ortak edecek arsızlıkla yasallaştıranların yükseltecekleri piyasanın, yükselen değeri ‘ nasıl çok para kazanırım’ın girdabındakiler, fırsat bulduklarında neyimiz eksikle, haksız kazanç elde etmektense, sakınmayacaklardı.

M akamı, ki o makamdakiler üniversite mezunu, yabancı dil bilen hatta masterlı olacaktı, yetkisi oranında birbirlerini soyup sonra, birbirlerine “babana bile güvenme”, “ne mutlu Türk’üm” diyecekler, Thomas’da Cem, Cavit kılığında hortumladığından, dış güçler ekonomimizin gelişmesini istemiyorla mal varlıklarında, diğer giderler kaleminde eritecekleri milli geliri, ne bitmez kaynak varmışın ardındaki dış borçları, ödenen faizleri, IMF’e bağlığı gözlerden kaçıracaklardı.

Mahşerin gizli atlıları, algılarını ezberle zayıflatarak kıvama getirdiklerine, p atikalar arasındaki mülteci yolculuklarında dinletecekleri kavalın , mecnuna çeviren, ciğer parçalayan iksir nağmeleri acımayacak hiç acımayacakla haksızlıklara karşı efsunlayıp, hayata tutunmalarını üstlerine geçirdikleri kimlik, ellerine tutuşturdukları sloganlar, diplomalarını alsalar da kurtulamayacakları History of Turkish Revolution’la sağlayacaklardı.

Seks IQ’ları bilinen, yüksek IQ’larıysa saptanamayan onlarca görüşün, projenin kompetanları masalarına meze yaptıklarını elde tutmanın şuurlu müdahilliğinde kesinlikle, kör satıcı değillerdir.

Ortalıksa nedense cüzdanla vicdan arasında kalmış adaletten de fayda görmeyecek, çok şükür ki, İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi zorunlu ders konmadığından bunalmayacak, yarısı boş şeylere harcatılacak iadesiz, promosyonlu hayatların alıcılarıyla doludur.

Ortaya çıkmaması yeni yalanlara gebe yalanların mühendisleri, bu serbest rekabet koşulsuz alışverişin interaktifliğinde, ayartanları nasıl mutlu edebilirim sorunsalında enerjilerini tüketen alıcılarının ayarlarıyla sürekli oynarken, tüm olumsuzlukları sırtlatacakları, kendilerini savunacak köşeli yazarlardan yoksun, potansiyel suçluda “koyun, cahil, halkta” buluşacaklardı.

Yine yasaların ayrıcalıklıları, yeşil, kırmızı pasaportçular, m uasır ülkelerin sokaklarının, cafe’lerinin, mağazalarının, ….., müdavimliğinde medeniyetin zirvesindeyken “Halkı da halk, kültür, birbirine saygı, hakları gasp edilmeye görülsün, ayaktalar. Bizimkiler, tık yok”la kızdıklarında, ulaşılmaz, üstün saydıkları yüzlerini, beni, seni, onu görmenin hoşnutsuzluğunda “Yine koyunlar.

Bir çobanın peşine takılmış gider de gider davar sürüsü. Soru yoktur “sürü” olmanın felsefesi” yle dertlenip, arsız güçlü olunca haklının suçlu olacağını da göstereceklerdi.

Sanki, yaratıkları fırsat eşitliğinde bir sistemdir de şanslarını kullanıp yeteneklerini geliştirmemişçesine sanki, sorduklarına cevap almışlar ya da tavsiye kararlarıyla cevapların şıkları değiştirilmemişçesine sanki, istedikleri bireysel özgürlükte yaratıcılığın ön plana çıkacağı bilinçli toplumdur da, hükmü kendilerine dahi geçemeyen zavallı koyunlar yüzünden geri kalmışlarcasına, anında dramdan komediye geçip, kendilerini sütten çıkmış ak kaşıkta ilan edivereceklerdi.

Halbuki, zor ekonomik koşullarda yazılı sorumluluklarını yerine getirmekten başka bir şey düşünemeyeceklerin sürü psikolojine yasladıkları, geçim kaynağına dönüştürdükleri cehalete dayalı düzenin bitmesinden ölesiye korkan neo cahillerin, sıradanlıkları, aşırmaları cahil bıraktıkları sayesinde anlaşılmayacaktı.

Herkesten önce onlar, 18 inci yüzyılda yazılmış “cehalet, ayrıcalıklı sınıfın elinde ustaca kullandığı bir silahtır”ı bileceklerinden, istikballerini iç güveysiden hallicede durdurdukları, dinle, milliyetçilik arasında tercih yaptırıp savaştırdıkları, çatıştırdıklarıyla paylaşmak istemedikleri yaşamları, cehaletle bağdaşı yoksulluğun, varlığındandır.

Bıraksalardı, soru soranların başına örüleceklerden habersizliklerinde, daha “her zaman sen yalancı, ben şahit” ilişkisine itelenmedikleri o, ilk gün, üstelik parmak kaldırmadan, külkedisi büyü bozulmadan sarayı terk ettiğinde, her şey normale dönerken neden, bir tek, merdivenlerde yitirdiği ayakkabılardaki büyü bozulmamıştır? sorusunu soruyor olacaklardı.

Kaldı ki, dünyada çobansız yapılamayacaksa da, en azından işine metro yerine taksiyle giden Bakana soruşturma açılmasına izin veren, dokunulmazlıktan uzak profesyonel çobanlar, çobanlığın da var olacak klasını yerlerde süründürmeyecek kalitedeydiler.

Ladies and gentlemen, “çürüyen bir şey var Kral’ın, Krallığında” denkleminde, bilinmeyenlerin en bilineni x, eşittir efendisiyle tanımlanan koyun artı çürüyen Kral’da x aynı x’ken, bu ikisinin birlikteliğinin aynı pozisyonda devamına, itirazı olan ya şimdi konuşsun ya da sonsuza kadar sussun.

Gülsen FEROĞLU
22.12.2006 

You may also like

Yorum Bırak