BOZKURT İŞARETİ DE YAPSA, ÖTEKİLİĞİNİ…

Gülsen Feroğlu

Hangi ara açtı bu çiçekler de görmedik hayretinde, yaşanmışlıklarıyla dolu olsa da dünya tarihi, aynı şeyin, aynı olayların defalarca tekrarı sonrası ancak iyi ya da kötülüğe karar vererek harekete geçildiğinden, ömürlerin de boş yere heba edildiği  Ortadoğu coğrafyasında, yeni bir  düşünceymişçesine alıcı bulacak, demek ki günlük yaşamı etkileyen enflasyon, üstünlerin hukuku; adaletsizlik, yolsuzluk, nepotizm, ötekileştirme, yalan, iftira, talan yüklü müesses nizam; iktidar ve  muhalefet  partilerinin olaylara bakışı, duruşu  bireyin yaşamının,  halet-i ruhiyesinin üzerinde  de belirleyiciymiş.

Öyle ki,  bir sabah uyanıyorsun,  bakıyorsun ki,  çapulcu ,sürtük, fahişe,  “ananı da al git”, vatan haini, ihanetçi, terörist, FETÖ ’cü değil, “İstanbul Sözleşmeli” medeni dünyanın bir parçasıymışsın.

Neydi o; yaşam sevincini yok eden tek adam rejiminin güdücüsü Erdoğan’ın, AKP’lilerin kibirlerini, şatafatlı yaşamlarını,  yağmalarını, yoksulluğu engelleyememenin  çaresizliğinde;  muhalif liderlerin de  ilkesizce  ordan oraya savrulmalarına, “Anayasayı”  yok sayarak Can Atalay’ın milletvekilliğinin,  Selahattin Demirtaş , Osman Kavala’nın da özgürlüklerinin  ellerinden alınmasına bakıp  “6 parti bir araya geldi, Yeşil Sol Parti (HEDEP) dışarıdan destekledi  yine yıkılmadı bu iktidar,Şimdi muhalefet,  darmadağınıkken, kazanılır mı bu yerel seçim? Hep hüsran, hep hezimet. Bunca rezilliğe  hala Erdoğan’a  oy veren  bu cahil halk….”  moralsizliğinde; cidden de coğrafya, doğulan ev kadermiş, hiç bir şeyin düzeleceği  de yok.Bu şefkatsiz, vicdansız, çağdışı  çarkın içinde sürekli dönmektense, en iyisi çekip  gitmek, bu ülkeden.En azından kalan ömür huzur içinde geçer’  öfkeli asık suratlar.

Şimdi, bugün seçim sonrası  çöpleri toplayan  temizlik görevlileri dahil, herkesin yüzünde bir  gülümseme, yol kenarındaki çirkin hafriyat bile göze güzel görünüyor , vallahi  bir seçim yenilgisini, ne ülke,  ne de bünyeler  kaldıramazmış, el insaf   22 yıl sonra  gelinen nokta;  gri liste,  milyonlarca mülteci, her şeyden rant devşirme, rüşvet, pahalılık; daha da mı,  seçim kazanılmayacaktı?

Hoş  hangi oligarktan türediği bilinmeyen  “Gezi direnişinde gördük ki, kitle sokağa döküldüğünde iktidarın işine yarıyor”  korkutmalı,  bireyleri  hakları için protesto yapmaktan alıkoyan; zenginden, gelirinden  vergi almak yerine fakirden nasıl daha fazla vergi almalı’yı bayraklaştırmış müesses nizama dokunmayan, ucube uygulama; grup kurduğunda hazineden alınan  devlet yardımı sayesinde,  hiç oy  almasa da en az beş yıl   erki ve parayı elinde tutacağı  partisinde;  haftada bir grup toplantısında bağırıp, çağırmayı, isteğini  aday adayı atayıp,  makam mevki sağladıkları  siyaseti geçinme kapısı  algılatan, eleştiri kaldıramayan Erdoğan gibi  egosu tavan,  otoriter  muhalif siyasi parti liderlerine, dev  bütçe üzerine oturmuş STK başkanlarına kalsa, bu seçimde kaybedilirdi.

Ama bu defa  , önseçimsiz    atanmayı kabul eylemiş  “projeniz ne? benim projem yok” coolluğunda,  adilliği  tartışma götürmez adayın,  belediye başkanı seçilmesi  bile  gösterdi ki,  partilerde ve STK’lardaki halinden memnun,  adeta “Woke” akımının temsilcisiymişçesine sorunların kaynağı müesses nizama; –Demokrat Parti üyesiyken, partisinden ayrılıp  ABD başkanlık seçimine girmiş “Kapitalizme kızgın olmanızda sorun yok”  kitabında   “Oligarklar,  ABD’yi de yönetiyor ve bu sadece ABD ya da Rusya’yla da sınırlı değil. Avrupa, Birleşik Krallık ve dünyanın her yerinde, az sayıda inanılmaz derecede zengin insanın işleri kendi lehine yürüttüğünü görüyoruz. Ve yalanlar, yalanlar, yalanlar… Ve yolsuzluk, yolsuzluk ve yolsuzluk… medya da oligarkların kontrolü altında“ tespitini yapmış;  özlemi duyulan entelektüel politikacılardan  Bernard Sanders  gibi–   köklü bir  itirazı olmayacak sağ, İslamcı, muhalif sosyal demokrat , sol  partilerin de hükümranı oligarklara rağmen;

 hani eriyen karlar, yağan yağmurlarla dolar, dolar da baraj,  taşmak üzereyken  kapak kontrolü bir biçimde açılır, bir felaket  önlenir ya, işte günlük gereksinimi  ekmeği, yumurtayı almayacak  boyutta;  istisnasız tüm partilerin de  oy deposu kullanma amacıyla  “… ayda toplam 236.863.960,00TL et yardımı yapıldı….biz halkımıza et değil, but veriyoruz. emeklilere verilen 1000 liralık yardımı 5 bin TL’ye.. çıkarıyoruz ”  vaatleriyle,   sürekli istismarına, onurun ayaklar altına alınmasına neden bir kurabiyenin 50-60 liraya satıldığı vitrinlere baka kalınan fakirliğin  yaşandığı,   dünya sefalet endeksinde 5.inci sıraya erişmiş Türkiye’ de;  yandaşa  hazine garantili proje, geri ödenmeyen krediler,  emeklisine 10 bin TL  maaşı  reva gören otoriter yönetiminin  dizaynı  ekonomik yapının mimarı AKP’nin  iktidarının 22.inci yılında  bıçağı kemiğe dayandıran; sadece kendisini değil uluslararası camiayı da rahatsız eden  Erdoğan’ın, ortağı Bahçeli’nin  dev aynada  “Ali Kıran baş kesen” tavrının, kibrinin,  şımarıklığının  arşı aşmasına tepkisini;

 ‘ne yaparsa yapsın  “partim, mecburum”  diye oy vermenin 22 yıl sonunda memleketi getirdiği nokta iflas, koyu bir karanlık, istibdat  ve fakirlik. Zaten illaki bir gün iktidardan düşeceklerdi. Sürseydi 1923-1945 yılları  arasında tek partili CHP   sonsuza kadar iktidarda kalırdı.  Yetti de, arttı artık  süngü düşürülmeli’ şiarıyla kanalize ettiği  seçim sandığından;  Erdoğan’a,  iktidarına okkalı ders verme arzusunu taşıtarak “cahil, aptal” ithamlarını da boşa düşürüp,   rüştünü de ispatlayan Türkiyeliler sayesinde; umutsuzluğun dibinde,  kimsenin  beklemediği ,  umulmadık,  sürrealist  bir anda, elde telefon “Adıyaman, Menzil’in yuvası da mı,  CHP yazıyor, şaka mı bu? Sakın bizimkiler, oyları çalmış olmasın?’ uçuşlu kelebek etkisiyle  sanki o ahlaksızlığı ahlak, taraftarlığı doğruluk,  “onlarda  da yapıyor’la hırsızlığı,   haksız ikbali normalleştiren zihniyetin çürüttüğü insani değerler, hak , hukuk, adalet de  ayaklanmış; 

 Sümeyyelerin  danışman, Beratların  bakan,  Hamzaların kamu  bankası yönetim kurullarına atanmadığı, 5’li çetelere adrese teslim  ihalelerin verilmediği, demokrasinin baş tacı edildiği “muasır medeniyet“   için çırpınanlar da    “benim memurum isini bilir”, “çok yedi ama çok da is yaptı,  biraz da  bizimkiler yesin ne var bunda“  klişeleriyle yol verilmiş  “Kleptokra”siyi sonlandırmışcasına  yaşanan   mutluluk  “yalancı bahardan” daha kısa, ancak gece kadarlıktır, oysa.

Gün ağardığında, sebep ne  olursa olsun  onca yıl sonra seçim kaybettiren kitlenin, Türkiyelilerin  partisinden uzaklaşarak,  iktidarını da yıkacağını anladığının itirafı  “biz bitti demeden bitmez” kabadayılığına sığınan  Erdoğan’ı izlemenin keyfinde ‘var ya hep başımızda kalacak  sanırken şu olana bak! meğer ne kadar da hasretmişiz azıcık sevinmeye, umuda  …’  coşkusunda mis kokulu  beyaz çiçekli mahlep ağacının altında bankın konduğu   park;   önceki gün, dün de böyleydi,  yine  havuzdan su  sesi geliyor,  gençler aralarında  bir şeylere gülüyor, kulağında kulaklık  şarkı  dinleyen kadının önündeki  merdivenin orada selfie çekiyordu  öğrenciler. Bugünde,  dün de  otobüslerin, arabaların  fren,  korna sesi  aynı;  sevgililer, yaşlılar, memurlar, insanlar dolaşıyor yine aheste, aheste, dedikodu yaparak. Televizyonlarda yine durmadan, durmadan konuşan; kaliteli yaşamlarını finanse eden sistemin çarpıklığını göstermemeye yeminli  yine, aynı sağ, sol, İslamcı, yandaş, yoldaş yüzler; yazarlar, çizerler; hep yaptıklarını yapıp akıl dağıtıp, siyaseti dizayna yeltenen.

Peki, o zaman, her şey; zihniyetler, tavırlar, duruşlar –“bak, bak şu Raşit’e, Gül’e; oturacağı  koltuk  hakkıymış pişkinliğinde,  önseçimi kazanmış  Faruk’un, diğerlerinin hakkını çiğneyerek,  atamayla listede ön sıraya koyulan değilmişler gibi, nasıl da gevrek gevrek gülüyorlar. Parti Meclisinde, İl’de, İlçede, belediye de  olmasaydı abin Ali Haydar, ablan Saniye ,  arkadaşın Veli, Alper  komşun Erdal, annen Yaşar, baban Murat,  aday tespit komisyonuyla  tamamen duygusal ilişki kurmasaydın acaba görür müydün sen !  o koltuğu’–  düşünceleri    aynıyken;  değişimi giyimde kuşamda, kaşta gözde, saçta yeni bir tarza  bürünme kavramış toplumsal yapıyı bir anda sevgi pıtırcığı, böceği kılan;  değişmediği halde  değişim, değişmiş  gözüken ne?

Sırf, özellikle de sol, sosyal demokrat cenahta yıllardır ufak bir yerginin karşısına konulan Demokles kılıcı “şimdi sırası mı AKP’ye yarar, partiye zarar verir, şeriat  getirecekler, oy çalıyorlar” bahanelerinin vesayetinden  kurtarıp,  cidden de  bahaneliğini ortaya çıkarmasından;  ana muhalefet lideri olunca, iktidarını demokratik yoldan kaybedeceği,  22 yıl sonra nihayet  anlaşılan Erdoğan karşıtlığı, nefretiyle beslenen muhalefet liderlerin de;  partilerinde  erkte kalmalarını sağladığından  “aralarında anlaşıyorlar” imajını uyandıran kutuplaştırma siyasetini bitirmesinden;  DOLAYI BİLE, Türkiye için bir dönüm, bir  değişim noktası sayılacak 31  Mart  2024  yerel  seçiminin  kazanılması;  bir gece, gökten vahiy inip, yüzyıllık  “kapan kapana, götüren götürene”  zihniyetinin  “şak “ diye sırra kadem basmasını, etrafımızın  da özgür bireylerle dolmasını da  sağlayacak   değildi ya.

Ki,  bunca yıldır sorgulamayan  “tıpış… tıpış”lar sayesinde,  her daim hazır  %25 oy’la onlarca  milletvekili,   belediye kazanma garantili işlerinde; güçlerini  politika üretmektense,  egemenliklerini kökleştirdikleri partide   nepotizmi içselleştirdikleriatama, atanma, makam” olduran – “gelen herhalde bu iktidardan daha kötü olamaz değil mi? Hem artık ne olacaksa olsun ‘la çıkış yolunu, İktidara seçim kaybettirmede,  sendelettirmede bulan milyonların,  psikolojisini okumaktan aciz–  Genel Merkezdeki lüks odalarında koşullu  “ne yaptılar Allah aşkına? seçime iki ay kalmıştı hala adayları, belirlememişlerdi, Lütfü Savaş olsun mu, olmasın mı kavgası veriliyordu. Ne  çalışıldı da  bu başarı hak edildi’ şaşkınlığını da yaşayacaklardan;

şayet MB  para basarak ekonomide  sahte  bahar yaratmasaydı,  muhtemelen kazanılacak 13.Cumhurbaşkanlığı seçiminde yaşanacak  zaferin;  on ay sonraki yerel seçimde  tezahürünü  kendileri dahi tasavvur edememiş, beklememiş,  

üstüne üstlük;  İmamoğlu, Yavaş,  Karalar  gibi, büyük çoğunluğu 2019 yılında  da  aday  gösterilmiş,   aynı isimlerin  belediye başkanlıklarını kazandığını görmezden gelip  “ gitti, CHP şahlandı”  nankörlüğünde;  siyasi varlıklarını  borçlu oldukları,  oyları %1’ i bulmayan partilere –CHP’li adayların seçilme hakkını gasp ederek – onar, onar milletvekili hediye edilmesi dahil,  her konuda mutabık kalarak; yirmi yıldır birlikte yönettikleri  CHP’sinin,   seçimlerdeki  başarısızlıklarının sorumluluğunu   üzerine yıktıkları Kılıçdaroğlu’nun  ilmik, ilmik örerek tavına getirdiği,  CHP’yi merkez sağda konumlandırmasının meyvelerinin  toplandığı seçimin;   başarısının CHP’li Oligarklara;  Özel’e, Başarır’a , Ağbaba’ya, Bingöl’e, Taşçıer’e, Günaydın’a  nasip eylenmesi,  şanslarının yaver gitmesinden miydi?

Yoksa  eşit yurttaşlık temelli medeniyete ulaşılmadığı müddetçe;  sağ tandaslı 80  danışmanlı politik tercihlerinin, Troyalıların önderi aktolgalı Hektor’da olsa,  ağzıyla kuş tutsa, Bozkurt işareti de yapsa,  ötekiliğini  sonlandırılmayacağını belki de fark edemediği hayal dünyasının  bedelinin   Piro’ ya ödetilmesi  miydi  ? Ne dersiniz ?

24.04.2024

Rukiye-Gülsen FEROĞLU

 

You may also like